Hz.İbrahimin Mirası
Uzak Doğu ve çağdaşı Eski Mısır..!
İbrahimi Hanif Din’in ilâhi simgeleri ve “Devamlı Mîrâsı..!”
Kadim Mısır mabetlerinin sonu neden geldi ? ve Sirius yıldızı..!
Doğu ekôllerince binlerce yıldır bilinerek aşamalı detaylarıyla uygulanan bu metot, Mısır'daki kadim Hermetik öğreti mabedlerinden çıkarak ilk defa bu şekilde Hz. Musa a.s. ile Orta Doğu halklarına yüzünü açmış oldu.! Gerçek mânâda “çöle inen nûr” bu “ezelî ilâhi öz”ün artık kendini aşikar etmesinden başka birşey değildi.! “Çöle inen nûr” ifadesi her ne kadar Hazret-i Muhammed s.a.v. efendimiz için söylendiği kabûl edilse bile, aslında ‘Dünyâ çölüne inen’ tüm Nebi ve Resûl’leri içyüzlerindeki “Hikmet”leriyle simgelemektedir.! Bundan önce de dünyânın bu bölgesinde açılım için ilâhi plân gereği ilk defa Hz. İbrahim a.s. ile yapılmıştı.! [M.Ö. 1900 yılları, tarihi kaynaklara göre Hz.İbrahim a.s.’ın yaşadığı dönem olarak kabul edilmektedir. Peygamberler kronolojisini incelersek ; Hz.İbrahim a.s. ile Hz.Musa a.s. arasında 500 ile 700 sene / 5-6 kuşak bulunduğu görülmektedir.] Ancak bölge insânlığı için çok erken olduğundan bu öz ilâhi öğreti kendini Hz.Musa a.s.’a kadar ve ondan sonra gelenlerde ‘İbrahimi simge’lerde saklandı ve “Devamlı bir miras” (Zuhruf-43/26,27,28.*) olarak aktarıldı.!
Anlaşılacağı üzere : “Yakub'un merdiveni”, “Hz.Yusuf a.s.’ın Mısır’a sultan olması ve kuyuya atılması”, “Hz.Yunus a.s.’ın balık karnından kurtulması”, “Hz.Eyüb a.s.’ın sabırla imtihanlara katlanması”, “Hz.Süleyman a.s.’ın insana, cine, şeytana, hayvânlara, zamana, mekâna hükmetmesi”, “Hz.Davud a.s.’ın Tanrı’nın halifesi olarak hükmetmesi”, “Hz.Salih’in devesi”, “Musa’nın kızıldenizi yarması” vb., “Hz.İsa a.s.’ın, Hz.İbrahim a.s.’dan gelen öğretiye “Melk-i Sedek tertibi üzere” tâbî olması”(İbranilere 7/17.) ve en sonda açık olarak “Hz. Muhammed a.s.’ın RABB’inin emri ile atası İbrahim’in dini olan “Hanif Din”e tabî olması”nın zikredilmesi gibi birbirini bağlayıcı birçok ilâhi simgelerle bu öğreti “devamlı miras” olarak son Resûl Hz.Muhammed s.a.v’a kadar aktarıldı.!*
Şimdi tüm ekôllere sormak gerekir, bu aktarılan miras kağıt üzerinde ölü sözcüklerle mi aktarıldı yoksa “içyüzde” “ateş yılanı” yâni özünü bilfiil ayağa kaldırma şeklinde mi ? Son varis yâni en son Resûl Hz.Muhammed Mustafâ a.s. s.a.v. bu mirâsı ortaya "Kur’an" mesajını ortaya koyarak ispatlamış oldu.! Ondan sonra bu mîrâsa kimgerçek olarak sahip çıktı ve “İbrahim’in mîrâsı”,“Hanif Din” öğretisinin varisi olarak bunu gösterdi ? Ölü sözcüklerle değil, "diri" ve "derin mânâsını" içte kalkmış özünden açıklayarak...?! Buna şimdi saklı kalmak kaydıyla ileride farklı fikirlerle ışık tutmak istiyorum.! Çünkü Batı dünyâsının ezoterik araştırmacı/yazarları Hazret-i Muhammed Mustafâ s.a.v.’ı ve verdiği mesajını anlayamadı, kabûl etmedi, edemedi ; çok yazık ki anlamadan dışladı.! Elbet birgün “O” zâtı inşâllah çok iyi anlayacaklardır..!
Hazır yeri gelmişken Batı dünyâsının ‘derin ezoterikçilerine’ şunu sormak isterdim..! Reenkarnasyona, önceki, burada fizik plânda yaşanmış hayâtlara gerçekten inanıyorsanız, önceki hayâtlarımıza göre sen kimsin, ben kimim, o kim, şu kim olabilir ? Bunu tüm geçmiş Nebi ve Resûl’ler için de ayni şekilde sorarsak, Kim Hz.Âdem a.s. olarak geldi ? Kim Hz.Şit a.s. olarak geldi ? Kim Hz.İdris a.s. olarak geldi ? Kim Hz.Nûh a.s. olarak geldi ? Kim Hz.İbrahim a.s. olarak geldi ? Kim Hz.Lût a.s. olarak geldi ? Kim Hz.İsmail olarak geldi, Kim Hz.Yakub a.s. olarak geldi ? Kim Hz.Yusuf a.s. olarak geldi ? Kim Hz.Yunus a.s. Kim Hz.Musa a.s. ve Hz.Harun a.s. olarak geldi ? Kim Hz.İlyas olarak geldi ? Dikkat : “Hz.İlyas/İlya, Hz.Yahya olarak geldi..!” Bunu bizzat İncil’de ; “Ve İsa cevap verip dedi : gerçi İlya gelir, ve herşeyi yerine kor. Fakat ben size derim : İlya zaten gelmiştir;ve onu tanımadılar, fakat ona her istediklerini yaptılar.!”(Matta-17/11,12.) diye söylemiyor mu..? Anlaşılabilirse, idrâk edilirse bu âyet çok şeye işaret etmektedir.! Herşeyden evvel İncil Kitabı olarak reenkarnasyonun olduğuna açıkça işaret ediyor.! Kim Hz.İsa Mesih olarak geldi..? Kim Hz.Muhammed s.a.v. olarak en son geldi ? Hz. İsa’ya göre, Hz.İlyas/İlya a.s. Hz.Yahya a.s. olarak geldiğine göre ; Hz.Muhammed s.a.v kimdir..?! Önünüzde bu gerçek dururken, o zamanda Yahudilerin bile “Emin Muhammed” dedikleri, Zât’ı neye göre dışlıyorsunuz..? içyüzünü bilmediğiniz, bilemediğiniz İslâm’ın, dış yüzüne bakarak mı ? Bu sorumuzu, reenkarnasyona (tekrar bedenlenme) inanan her okuyanın düşünmesini isteriz..! Yukarıda zikretmediğimiz diğer Nebi ve Resûl'ler,Velî'ler ve daha sonra Batıya yakın zamanda gelen üstadlar/mesaj veren erenlerden "Christian Rosencreutz,Saınt Germaın, H.P.Blavastsky,Max Heındel, J.Böhme, Rudolf Stainer" ve bizdeki kurtarıcı Mustafâ Kemâl ATATÜRK'de bu soruya dahildir.! Resûl Hz.Muhammed s.a.v. Ata İbrahim'in "Hanif Din"ini yüceltmedi mi ? Hanif Din ahlâkını, adaletini, doğruluğunu bizzat kendi uygulamaları ile yansıtmadı mı ? vb. Hem de o günün şartlarında,çölde, cahiliye devrinin doruğunda..!!! Son bir soru daha sormak istiyorum.! Kişi aynaya baktığında sade dışını görürken ve kendi içyüzünü daha bilmemiş ve görmemişken, nasıl olurda "O" zâtın içindekini bilmeden, görmeden "O"nu inkâr edebiliyor.Mazur görünen son bir soru daha sormak istiyorum : Kur'an'da "Biz" ve Tevrat'da "Elohim" olarak konuşan isimleri olmayan kolektif kimlikli zâtlardır, bu zâtların aralarında bu fizik plâna öğreti ve mesaj vermek için inen/gelen târihten ismen ve mesajıyla tanıdığımız kimler var acaba ? Hazret-i Muhammed Mustafâ s.a.v.'ın da o frekansta onlardan bir kimliği olmadığını kim nasıl bilebilir..? "Kıyâmetnâme- Mesajlar"ı okursanız anlayacağınızı umuyoruz..! Bu kitabın açıklayıcı nesir/düz yazı şeklindeki olacak eserini insâllah ingilizce olarak da takdim etmek istiyoruz..! *
Kaldığımız yere döndüğümüzde, bu hakîkat bir başka koldan, Sümer ve Akad destanları olarak da günümüze kadar geldi.! Hz.İbrahim a.s. için her ne kadar Ur’da doğdu dense de bu Sümer şehri ; O'nun Hindistan'dan gelip yerleştiği yer olmalıdır.! “Asâ”sını ayağa kaldırmış bu ‘Brahman göçmeni !’ “Hanif Din” denen ilâhi öğretisini burada tohumladı.! ‘Kundalini’sini ayağa kaldırmış Brahman kastından olduğu, Hintlilerin ona ‘Brahman göçmeni’ denmesinden de anlaşılmaktadır.! Hazret-i İbrahim a.s. ilâhi emirle Hindistan'dan Orta Doğu'ya hicret etmiştir.! [‘Pitagoras’ için de geçerli olabilecek bu duruma “Pitagoras Felsefesi ve Günümüz Yorumu” isimli kaleme aldığımız yazımızda işaret etmiştik.!] Yüklendiği ilâhi büyük misyon ; onun anası ve babası, geldiği soy, doğumu ve ölümü bilinmeyen “Salem Kıralı” “Melk-i Sedek”, “Sadık Melik”, “Sadakatın Kıralı”, “Selâmet Kıralı” da denen isimsiz ezelî ve ebedî tüm zamanların Kutb'u tarafından vaftiz edilmesiyle Orta Doğu'da başlamıştır.! [Üstteki tanım Tevrat’ göredir.!] İnisiye olacak kişinin Asâ’sını yâni uyuyan kundalinisini uyarmış olması değil 7 frekansta (7 farklı soyut titreşim) tam işlev sahibi olarak ayağa kaldırmış olması gerekiyordu.! 7 titreşimli “Sûr” denen ilâhi borudur..! Hz.İbrahim a.s.'a bu yönden baktığımızda o zamanda bunu yapabilen seçilmiş tek “seçkin” (Bakara-2/130.) (Al-I İmran-3/33.) kişi olduğunu anlıyoruz.! Böyle olmasaydı “Melk-i Sedek” diye zikredilen hem de yahudi olmayan ‘İsimsiz ilâhi Kıral’ tarafından O’na yetki verilmezdi.! Hazret-i İbrahim a.s. misyonunu tam olarak yüklendikten sonra ; âdemi, ‘ilâhi tek merkez’in tarifi olan “Hanif Din” öğretisinin temelini ilâhi emirle “Kâbe’yi inşâ ederek” attı.! (Rûm-30/30.) (Bakara-2/127.) Kur’an buna ; “İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyandı; fakat o, ALLAH'ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslümandı, müşriklerden de değildi.” (Al-i İmran-3/67.) âyetiyle işâret etmektedir.!
Yeryüzündeki insânlığa gönderilen yüksek misyon sahipleri olan Nebi veya Resûl'lerin kronolojisini incelediğimizde genel olarak putlara tapınan toplumlarda ortaya çıktığı görülmektedir.! İçyüzde aydınlanmış bir toplumda ortaya çıktıklarına rastlanmamıştır.! Rastlansa bile bunu uygulanan metotların yükseltilmesi olarakalgılamamız gerekmektedir.! Nitekim kadim zamandan bu yana Doğu halkları “içyüz”de aydınlatıcı öğretinin uygulandığı topraklarda yaşadıklarından onlarda Nebi, Resûl, Velî terimleri ; “aydınlanmış kişi”ler olarak yerini almış ve onların gösterdikleri metotlar üzerinde çalışmışlardır.! Rama, Krişna, Buda, Konfiçyus’un öğretileri içyüzlerinde aydınlanmanın çeşitli yollarını ve uygulamalarını vermişlerdir.Tüm ekôllerin özü ayni olsa da Ortadoğu ve Doğu ekôlleri başka farklar yüzünden de dış yüzde birbirinden ayrılmış olarak görünmektedir.! Orta Doğu da Hazret-i İbrahim a.s. ile başlayan bu süreç Hazret-i Muhammed s.a.v. ile sona ermiştir.! Öğreti en son Kur’an mesajı ile yazılı olarak verilip tamamlanmış, artık verilen metodun uygunlama sürecine geçilmistir.!
Yeraltında gizli öğreti veren mabetler artık dışa açılma ihtiyacı duyarak açılma sürecini başlatmışlardır.! Bu zaman sürecinde ilâhi değişmez olan doktrin, birçok kendi özünü ve hakîkatı bilmeyenler tarafından tahrip edilerek özünden saptırılıp şahsi menfaatlarına uygun olacak şekilde yorumlanıp, kadim zamandan gelen öğretiymiş gibi sunulmuştur.! Kadim zamanlarda öğreti merkezlerindeki rûhani ayinlerde uygulanan ritüellerin çoğu özelliğini (titreşimini) kaybetmiş suni birer simge olarak ancak geçmişin hatıralarını yaşatmaktadırlar.! Çünkü kadim zamanda çok uzun senelerde ; kontrollü, yüksek disiplinle kazanılan rûhani liyâkatlar günümüz insânı tarafından sadece teorik bilgi edinme ile hemen elde edilecekleri şeklinde algılanır olmuşlardır.! Bu mümkün olmayan ve olmayacak bir hayâl olarak, zamanla kendini gösterdiğinde kişi hayâl kırıklığı içinde başka bilgilere medetle sarılarak zaman kaybetmektedir.! Hâlbuki önce şunu idrâk etmek gerekmiyor mu ? fizik plândaki bir hayât, kozmik hayâtımızın sadece çok küçükcük bir adımıdır.! Yolun kat edilmesini adımlar sağlar.! Ölümle yol bitmiş değildir, yalnız atılan bir adım sona ermiştir ve devam edecektir.! Bu sebeple geçmiş tüm peygamberlere metotlarında sabır ve devamlı uygulama tavsiye edilmiştir.! Bu gerçeğe şu atasözü uymaktadır : “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla.!” Yâni HAK ; “Resûl’üm sana söylüyorum, ey insân sen anla..!” Diye işâret etmektedir...!
“AS”, kadim zamandan bugüne ; ‘Sopa’, ‘Sûr’,‘Yusuf'un atıldığı kuyu’, ‘Yasak Ağaç’, ‘Amûd-i Fekarî’ (Bel kemiği), ‘Amûd-i nûrânî’ (nûrdan sütûn), ‘Belkemiği’, ‘Kundalini’, ‘Yakub’un merdiveni’ vb.denen isimlerle anılsa da aslında tarif edilen hep insânın kendi içinde saklanan öz, soyut gizi ve gücü olmuştur.! İlâhi yasaya bağlı olarak geçmişteki büyüklerin tarifleri insâna işaret ettiğine göre, günümüz insânlığı efsânenin aslı olan içindeki bu gücü geçmişte değil bulunduğu anda/hayâtta kendinde aramalıdır.!
Tüm ekôllerin özünü, temelini teşkil eden bu öğretidir.! Bu öğretiyi nazari olarak öğrenmek bilgi edinmektir, aslı öğretiyi öğrendikten sonra pratiğe geçirip uygulamaktır.! İşin en zor tarafı uygulamadır.! İlâhi yasa temelde erdem üzerine ahlâkla inşâ edilmiştir.! Tüm öğretilerin bu sebeple asıl özü erdemdir.! Erdem kazanılmadan ahlâklı olunamaz, ilâhi ahlâkın kazanılmasının başlangıcı, imtihan yeri olan yeryüzüdür.! Yeryüzündeki ahlâk okulunun sınıflarını geçemiyen hiçbir ölümlü bu güce sahip olmaya ulaşamaz, ulaşamıyacaktır da.! Ahlâk soyut bir değer olup burada ve ahret denilen âlemde fiillerle ortaya çıkar.! Sonuçta ikiye ayrılarak ; iyi ve kötü kutupları oluşturur.! Kötü olana ilâhi hazinenin gücü teslim edilemez.! İyi ise en iyi olmadan bunu kullanamaz.! Erdem bu ilâhi hazinenin sigortasıdır.! “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.!” (Kalem-68/4) Âyeti buna işaret eder.! İnsânın göksel ve yersel serüveni bu ilâhi gücü ona kazandıracak süreçtir.! Dünyâ insânlığının günümüzdeki hâli insânlığın daha çok yolunun olduğuna işaret etmektedir.! Artık, eski Mısır'daki Menfis ve eski Yunan'daki Eleusis gizli mabedlerindeki benzeri Hermetik erme öğretisi veren yerlerin ; yalnız Doğu ekôlüyle bazı Budist mabedlerinde uygulandığı söylenmektedir.! Ancak bu da kendini dünyâdan, olaylardan soyutlayarak uygulanabilir olduğundan işin sonunda iyi netice vermeyebilir.! (yüksek frekans/titreşime erilemez) Neden ? Niçin ? metot değişti de ondan.! ALLAH'ın yasaları değişmez, ancak devirlere göre uygulanacak öğreti ve programlar farklıdır.! İdrâk en önemli faktördür.! Bilinç, idrâk olmadan gelişemez.! Birtek Nebi veya Resûl gösteremezsiniz ki dağda, toplumdan ayrı bir yerde kendi soyutlayarak oturup; “Kitab” veya öğreti vermiş olsun.! Var mı ? Yok..! Kendimizde saklı asıl kendimizi acılarda, olaylarda, insâna hizmet ederken bulacağız.! O güzeller güzeli, “dert ve kahır” [Kerbelâ – Hz.Hüseyin] toprağında boşuna mı canını verdi, hak ve hakîkat için.?! Öz denen güzel kendini belâlarda sakladı..! Peygamberlerin hayâtlarını özünde “öz”le incelersek bize bu hususta derin sırlarını açacaklardır.!
On binlerce yıllık eski kadim mabedler artık neden yoklar ? Değişen nedir ? Neden bu değişiklik ön görülmüştür ? Bu yerler şimdiki insânların dış yüzde sandıkları gibi yerler olmasa gerekti.! İlâhi Tanrısal gücün hüküm sürdüğü ve temsil edildiği, etki alanı olan, müthiş radyasyon alanlarıydı.! Bu alanlar niçin boşaltıldı ? Bu ilâhi güç neden mabetlerden çekildi ? Bunda da insân oğluna verilen saklı bir mesajın olduğunu ister istemez düşünmek zorundayız.! Uygulanan ilâhi programın bir anda farklı bir safhasını yaşamaya başladık.! Yaklaşık dört- beş bin yıl öncesi o kadar uzak bir zaman değil ki.! Değerli Teozof Azize H.P.Blavatski’ye göre, kadim Mısır mabedleri 50-60 bin yıllık mabedlerdi.! Bu kadar uzun hüküm sürmüş erme okulları niçin kapandı ? Biz bu okulların erken dönem Firavunlar zamanında çok güçlü olduklarını, geç dönem yâni günümüze yakın zamanlarda zayıfladıklarını anlıyoruz.! Geç dönemlerde Pitagoras ve Mûsâ a.s. bu okullarda inisiye olduktan sonra öğretiyi dışa açmamışlar mıydı ? Onların bu gizli öğretiyi dış dünyâya açmaları izinsiz olabilir miydi ? Bu durum yeryüzünde uygulanan ilâhi programda çok önemli bir değişimin habercisiydi.!
Tanrı sadece gizli mabedlerde öğreti alanların Tanrısı olabilir miydi ? Elbette hayır.! Aslında dünyâ o zamanlardan itibaren bu şekilde küreselleşmeye başlamıştı.! Hazret-i İbrahim’in “Kâbe”yi inşâsı buna en büyük delildir.! Tanrı artık tek olduğunu tek “Kutsal Ev” simgesiyle tüm dünyâ insânlığına ilân ederek, etki alanını “Kâbe” ile değiştiriyordu.! Burada en önemli faktör insânlığa verilen idrâkın, bilincin arttırılması olarak algılanabilir.! Tek Tanrı olgusunun, artık ; bu olgunun kavranmadığı toplumlara ulaştırılma zamanının geldiğine mi işâret etmekteydi.? Burada günümüz insânı için çok önem arz edecek bir başka soruyu sormadan geçemiyeceğim ; “on binlerce yıldır hakîkate hizmet etmiş, ayni zamanda Atlantis’ten kalan tek görkemli mimâri harikalar da olan kadim Mısır mabedleri/piramitleri dururken, niçin ilâhi emir onlardan yana değil de Hazret-i İbrahim’e basit olarak dört duvarlı küçük bir bina yaptırtmayı öngörmüştü ?” Bundaki sırr neydi ? Bunu çok iyi düşünmek gerekiyor..!
Tanrı’ya göre yolunda gitmeyen birşeyler mi vardı ? ve bunun köklü bir şekilde değişim zamanı mı gelmişti.? Ki o kadim Mısır mabedlerinde on binlerce yılda kimler ermemişti ki ? Eren okulunun veya okullarının kapanması, anlaşılması çok zor ve işin içyüzünü bilenler tarafından ürpertici, açılmamış sırlarının olduğunu tahmin edebiliyorum. Bunun işaretleri kendini yine orada ve sonra verilen ilâhi mesajlarda simgelerle saklıyor olmalıdır.! İlâhi yasaların işleyiş prensibine göre, ilâhi güç, destek verdiğini çok önemli bir sebep olmadan terk etmez.! Bunu, geç dönem okullarında yozlaşmanın artık kabûl edilemez noktaya vardığı şeklinde yorumlayabiliriz.! İşin içyüzünde erme okullarından artık erenler çıkmıyordu.! Bu durum Hermetik öğretiyi içyüzde uygulamaya liyakatlı adayların olmadığına, sonuna gelindiğine mi işaret ediyordu ? Hem öyle hem de elbette hayır.! Hermetik öğretinin değil, onu uygulayanların değişimi söz konusuydu.! Hermetik öğreti artık yer, anlam ve isim değiştiriyordu.! “Sirius” tapınmalarına cevap olarak bu kadrolar tasfiye edilmeye başlanmıştı.! Ve buna yazılı olarak da cevabı ayni ilâhi güç Kur’an-ı Kerim’de binlerce sene sonra “Doğrusu Şi'râ yıldızının Rabb’i O’dur” diye mi vermekteydi.?! (Necm-53/49.) Nitekim büyük üstad “Hermes Trismegistus” (Üç kere Yüce/Hakim) (İslâm ezoterik’içyüz’ / egzoterik ‘dışyüz’ geleneğinde, Bilge Hermes’in Hz.İdris a.s. kabûl edilmektedir.) bu gerçeğe çok önceleri yaşadığı, nefes aldığı günlerde şu sözleriyle işaret etmemiş miydi ? “İleride gelecekler bu öz öğretisinden saptırılacaklar.!” “Tanrılar terk ederek evlerine dönecek.!” “Burası terk edilmiş ve yalnız kalacak özden, rûhtan mahrum.!” “Bugünlere işaret eden taş mabedlerden başka birşey kalmayacak..!” Gerçekten böyle olmadı mı ? Şimdi o kadim mabedler yalnızlığını, yazın çölün sıcaklığı ve onları saran kumlu rüzgârlarla paylaşmıyorlar mı ? Nerede o rûhani titreşimlerin iç uzaydan görülen göz alıcı parlaklığı ? nerede sabah gün doğarken, çıktığı gece yürüyüşünden kozmik âileye katılarak geri dönen erler..? Nerede bu dünyâyı artlarına bile bakmadan “Arz”la değiştirenler..? Nerede bakır canını, altına çeviren özsimyacılar.? Yoklar..! Oradan gelmemek üzere gittiler, terkettiler..! Gidenlerden sonra, istilâlar, savaşlar, kan ve can dökücüler geldi ; o kadim yurdu kalanların altlarından alarak nefse, cahilliğe, karanlığına tutsak ettiler.!
[“Üç kere yüce/Hakim” Hermes’in öğretisi neydi ? Çok kısaca özetlersek : HAK, bazı insânlara ; duyum organlarıyla alınamıyan, sıradışı bazı mazhariyetler (Yansımalar**) verir.! Nefsi terbiye edecek, ona hakim olunacak doğru yolu gösterir.! Bu hakîkat : bedenen ve rûhen, derece derece yükselerek nefsine hakim olmaktır.! Vicdân yâni içteki öz, zihin ve bedeni (nefis ve canı) öğretisi verilen disiplinle terbiye ederse kişinin derininde baygın (uyuyan) olan yüksek titreşimler uyanır, ererdi.! (Yâni uyuyan kundalinisini/ ateş yılanını ayağa kaldırırdı.!)Bu öğreti ile üstün bir ahlâka sahip insân, kâinatın soyut ve gizli idâreci gücüyle kendi içinden irtibat kurabilir ve diğer insânları da uyandırabilirdi.! Terzi, Mısır papirüslerinde Hermes Tut adını taşıyor. Yunanlılar ona Ermis ya da üç kez bilgin anlamına Trismegiste diyorlar. “Yahudilere göre adı Honok'tur. Araplar, Hermes-ül-Heramise adıyla anmaktadırlar. Kur'an'a göre o, Adem ve oğlu Şit'ten sonra gelen, üçüncü peygamber İdris'tir.” Kısas-ı Enbiya, onu şöyle anlatıyor: Hazreti Şit'ten sonra peygamberlik İdris aleyhisselama geldi. Ve ona dahi otuz sahife nazil oldu. Kalemle yazı yazan ve elbise diken ilk insan odur. Ondan önce insanlar, hayvan derisi giyerlerdi. İdris aleyhisselama göklerin, esrarı açılmıştı. Sonunda Tanrı, onu diriyken göğe kaldırdı. Hazreti İdris göğe çekildikten sonra insanlar doğru yoldan ayrıldılar, putlara tapar oldular.Tevrat, onu şöyle anlatmaktadır: “Ve Yared yüz altmış iki yaşında Hanok'un babası oldu. Hanok, üç yüz yıl Tanrı'yla yürüdü ve Hanok'un bütün günleri üç yüz altmış beş, yıl oldu ve gözden kayboldu. Çünkü, onu Tanrı aldı” (Tevrat, Tekvin kitabı, 5. bap, 18-24).Terzi Hermes'in, kendinden sonraki bütün düşünsel akımlara ışık tutan düşüncesi şudur: "İnsanlar ölümlü tanrılar, tanrılar ölümsüz insanlardır. "Terzi Hermes, evrensel düşünü şöyle kuruyor: Kocaman boşluğun en altında ölümlülük yeri dünya var, en üstünde de ölümsüzlük yeri Zuhal yıldızı... Zuhal yıldızı, evrensel aklın bütün esrarını taşımaktadır, yedinci ve son kattır, ölümsüzlüğe orada erişilir. Zuhal, parlak bir ışık içindedir. Ruhlar, oradan koparak, dünyaya doğru düşmeye başlarlar. Bu düşüş bir sinavdır. Düşüş, büyük ışıktan, inildikçe yavaş yavaş koyulaşan karanlığa doğrudur. Işık ruh, karanlık maddedir. Ruh, kısa bir sınama için yeryüzüne inip maddeyle birleşecek, ama maddeye boyun eğmeyecektir. Ruhun maddeye boyun eğmesi, ona yenilmesi demek, sonsuz olarak yok olması demektir. İnsan ruhu, tümel ruhun (Tanrı'nın) çocuğudur. Sınavı kazanamazsa, o ruhta bulunan tümel ışık (Tanrısal nûr) sönecek, ışık yalnız başına çıktığı yere dönerek ruhu karanlıkta bırakacaktır. Ruh da, ışıksız kalınca, karanlığın içinde eriyip tükenecektir. Büyük boşluk, inen çıkan ve arada eriyip tükenen sayısız ruhların kasırgasıyla kavrulmaktadır. Sınavı kazanan ruhlar, yedi kat göğe başarıyla yükselip ölümsüzlüğe kavuşurlar. Salt gerçeği (mutlak hakikat) öğrenirler. Maddeye boyun eğmeyen başarılı ruh, yeryüzündeki kısa sınavını verdikten sonra, ilk basamak olarak ay'a yükselir.!"] (**HAK, adından da anlaşılacağı üzere kimsenin hakkını yemez, bu liyakatlar önceki hayâtlardan kazanılmış hakları bir sonraki hayâta yansımaları veya tecellilerinden başka birşey değildir.!Bu gerçek de tekâmül yâni yükselme için fizik plâna tekrâr gelindiğine yeterli ve önemli bir veridir.)
İbrahimi Hanif Din’in ilâhi simgeleri ve “Devamlı Mîrâsı..!”
Kadim Mısır mabetlerinin sonu neden geldi ? ve Sirius yıldızı..!
Doğu ekôllerince binlerce yıldır bilinerek aşamalı detaylarıyla uygulanan bu metot, Mısır'daki kadim Hermetik öğreti mabedlerinden çıkarak ilk defa bu şekilde Hz. Musa a.s. ile Orta Doğu halklarına yüzünü açmış oldu.! Gerçek mânâda “çöle inen nûr” bu “ezelî ilâhi öz”ün artık kendini aşikar etmesinden başka birşey değildi.! “Çöle inen nûr” ifadesi her ne kadar Hazret-i Muhammed s.a.v. efendimiz için söylendiği kabûl edilse bile, aslında ‘Dünyâ çölüne inen’ tüm Nebi ve Resûl’leri içyüzlerindeki “Hikmet”leriyle simgelemektedir.! Bundan önce de dünyânın bu bölgesinde açılım için ilâhi plân gereği ilk defa Hz. İbrahim a.s. ile yapılmıştı.! [M.Ö. 1900 yılları, tarihi kaynaklara göre Hz.İbrahim a.s.’ın yaşadığı dönem olarak kabul edilmektedir. Peygamberler kronolojisini incelersek ; Hz.İbrahim a.s. ile Hz.Musa a.s. arasında 500 ile 700 sene / 5-6 kuşak bulunduğu görülmektedir.] Ancak bölge insânlığı için çok erken olduğundan bu öz ilâhi öğreti kendini Hz.Musa a.s.’a kadar ve ondan sonra gelenlerde ‘İbrahimi simge’lerde saklandı ve “Devamlı bir miras” (Zuhruf-43/26,27,28.*) olarak aktarıldı.!
Anlaşılacağı üzere : “Yakub'un merdiveni”, “Hz.Yusuf a.s.’ın Mısır’a sultan olması ve kuyuya atılması”, “Hz.Yunus a.s.’ın balık karnından kurtulması”, “Hz.Eyüb a.s.’ın sabırla imtihanlara katlanması”, “Hz.Süleyman a.s.’ın insana, cine, şeytana, hayvânlara, zamana, mekâna hükmetmesi”, “Hz.Davud a.s.’ın Tanrı’nın halifesi olarak hükmetmesi”, “Hz.Salih’in devesi”, “Musa’nın kızıldenizi yarması” vb., “Hz.İsa a.s.’ın, Hz.İbrahim a.s.’dan gelen öğretiye “Melk-i Sedek tertibi üzere” tâbî olması”(İbranilere 7/17.) ve en sonda açık olarak “Hz. Muhammed a.s.’ın RABB’inin emri ile atası İbrahim’in dini olan “Hanif Din”e tabî olması”nın zikredilmesi gibi birbirini bağlayıcı birçok ilâhi simgelerle bu öğreti “devamlı miras” olarak son Resûl Hz.Muhammed s.a.v’a kadar aktarıldı.!*
Şimdi tüm ekôllere sormak gerekir, bu aktarılan miras kağıt üzerinde ölü sözcüklerle mi aktarıldı yoksa “içyüzde” “ateş yılanı” yâni özünü bilfiil ayağa kaldırma şeklinde mi ? Son varis yâni en son Resûl Hz.Muhammed Mustafâ a.s. s.a.v. bu mirâsı ortaya "Kur’an" mesajını ortaya koyarak ispatlamış oldu.! Ondan sonra bu mîrâsa kimgerçek olarak sahip çıktı ve “İbrahim’in mîrâsı”,“Hanif Din” öğretisinin varisi olarak bunu gösterdi ? Ölü sözcüklerle değil, "diri" ve "derin mânâsını" içte kalkmış özünden açıklayarak...?! Buna şimdi saklı kalmak kaydıyla ileride farklı fikirlerle ışık tutmak istiyorum.! Çünkü Batı dünyâsının ezoterik araştırmacı/yazarları Hazret-i Muhammed Mustafâ s.a.v.’ı ve verdiği mesajını anlayamadı, kabûl etmedi, edemedi ; çok yazık ki anlamadan dışladı.! Elbet birgün “O” zâtı inşâllah çok iyi anlayacaklardır..!
Hazır yeri gelmişken Batı dünyâsının ‘derin ezoterikçilerine’ şunu sormak isterdim..! Reenkarnasyona, önceki, burada fizik plânda yaşanmış hayâtlara gerçekten inanıyorsanız, önceki hayâtlarımıza göre sen kimsin, ben kimim, o kim, şu kim olabilir ? Bunu tüm geçmiş Nebi ve Resûl’ler için de ayni şekilde sorarsak, Kim Hz.Âdem a.s. olarak geldi ? Kim Hz.Şit a.s. olarak geldi ? Kim Hz.İdris a.s. olarak geldi ? Kim Hz.Nûh a.s. olarak geldi ? Kim Hz.İbrahim a.s. olarak geldi ? Kim Hz.Lût a.s. olarak geldi ? Kim Hz.İsmail olarak geldi, Kim Hz.Yakub a.s. olarak geldi ? Kim Hz.Yusuf a.s. olarak geldi ? Kim Hz.Yunus a.s. Kim Hz.Musa a.s. ve Hz.Harun a.s. olarak geldi ? Kim Hz.İlyas olarak geldi ? Dikkat : “Hz.İlyas/İlya, Hz.Yahya olarak geldi..!” Bunu bizzat İncil’de ; “Ve İsa cevap verip dedi : gerçi İlya gelir, ve herşeyi yerine kor. Fakat ben size derim : İlya zaten gelmiştir;ve onu tanımadılar, fakat ona her istediklerini yaptılar.!”(Matta-17/11,12.) diye söylemiyor mu..? Anlaşılabilirse, idrâk edilirse bu âyet çok şeye işaret etmektedir.! Herşeyden evvel İncil Kitabı olarak reenkarnasyonun olduğuna açıkça işaret ediyor.! Kim Hz.İsa Mesih olarak geldi..? Kim Hz.Muhammed s.a.v. olarak en son geldi ? Hz. İsa’ya göre, Hz.İlyas/İlya a.s. Hz.Yahya a.s. olarak geldiğine göre ; Hz.Muhammed s.a.v kimdir..?! Önünüzde bu gerçek dururken, o zamanda Yahudilerin bile “Emin Muhammed” dedikleri, Zât’ı neye göre dışlıyorsunuz..? içyüzünü bilmediğiniz, bilemediğiniz İslâm’ın, dış yüzüne bakarak mı ? Bu sorumuzu, reenkarnasyona (tekrar bedenlenme) inanan her okuyanın düşünmesini isteriz..! Yukarıda zikretmediğimiz diğer Nebi ve Resûl'ler,Velî'ler ve daha sonra Batıya yakın zamanda gelen üstadlar/mesaj veren erenlerden "Christian Rosencreutz,Saınt Germaın, H.P.Blavastsky,Max Heındel, J.Böhme, Rudolf Stainer" ve bizdeki kurtarıcı Mustafâ Kemâl ATATÜRK'de bu soruya dahildir.! Resûl Hz.Muhammed s.a.v. Ata İbrahim'in "Hanif Din"ini yüceltmedi mi ? Hanif Din ahlâkını, adaletini, doğruluğunu bizzat kendi uygulamaları ile yansıtmadı mı ? vb. Hem de o günün şartlarında,çölde, cahiliye devrinin doruğunda..!!! Son bir soru daha sormak istiyorum.! Kişi aynaya baktığında sade dışını görürken ve kendi içyüzünü daha bilmemiş ve görmemişken, nasıl olurda "O" zâtın içindekini bilmeden, görmeden "O"nu inkâr edebiliyor.Mazur görünen son bir soru daha sormak istiyorum : Kur'an'da "Biz" ve Tevrat'da "Elohim" olarak konuşan isimleri olmayan kolektif kimlikli zâtlardır, bu zâtların aralarında bu fizik plâna öğreti ve mesaj vermek için inen/gelen târihten ismen ve mesajıyla tanıdığımız kimler var acaba ? Hazret-i Muhammed Mustafâ s.a.v.'ın da o frekansta onlardan bir kimliği olmadığını kim nasıl bilebilir..? "Kıyâmetnâme- Mesajlar"ı okursanız anlayacağınızı umuyoruz..! Bu kitabın açıklayıcı nesir/düz yazı şeklindeki olacak eserini insâllah ingilizce olarak da takdim etmek istiyoruz..! *
Kaldığımız yere döndüğümüzde, bu hakîkat bir başka koldan, Sümer ve Akad destanları olarak da günümüze kadar geldi.! Hz.İbrahim a.s. için her ne kadar Ur’da doğdu dense de bu Sümer şehri ; O'nun Hindistan'dan gelip yerleştiği yer olmalıdır.! “Asâ”sını ayağa kaldırmış bu ‘Brahman göçmeni !’ “Hanif Din” denen ilâhi öğretisini burada tohumladı.! ‘Kundalini’sini ayağa kaldırmış Brahman kastından olduğu, Hintlilerin ona ‘Brahman göçmeni’ denmesinden de anlaşılmaktadır.! Hazret-i İbrahim a.s. ilâhi emirle Hindistan'dan Orta Doğu'ya hicret etmiştir.! [‘Pitagoras’ için de geçerli olabilecek bu duruma “Pitagoras Felsefesi ve Günümüz Yorumu” isimli kaleme aldığımız yazımızda işaret etmiştik.!] Yüklendiği ilâhi büyük misyon ; onun anası ve babası, geldiği soy, doğumu ve ölümü bilinmeyen “Salem Kıralı” “Melk-i Sedek”, “Sadık Melik”, “Sadakatın Kıralı”, “Selâmet Kıralı” da denen isimsiz ezelî ve ebedî tüm zamanların Kutb'u tarafından vaftiz edilmesiyle Orta Doğu'da başlamıştır.! [Üstteki tanım Tevrat’ göredir.!] İnisiye olacak kişinin Asâ’sını yâni uyuyan kundalinisini uyarmış olması değil 7 frekansta (7 farklı soyut titreşim) tam işlev sahibi olarak ayağa kaldırmış olması gerekiyordu.! 7 titreşimli “Sûr” denen ilâhi borudur..! Hz.İbrahim a.s.'a bu yönden baktığımızda o zamanda bunu yapabilen seçilmiş tek “seçkin” (Bakara-2/130.) (Al-I İmran-3/33.) kişi olduğunu anlıyoruz.! Böyle olmasaydı “Melk-i Sedek” diye zikredilen hem de yahudi olmayan ‘İsimsiz ilâhi Kıral’ tarafından O’na yetki verilmezdi.! Hazret-i İbrahim a.s. misyonunu tam olarak yüklendikten sonra ; âdemi, ‘ilâhi tek merkez’in tarifi olan “Hanif Din” öğretisinin temelini ilâhi emirle “Kâbe’yi inşâ ederek” attı.! (Rûm-30/30.) (Bakara-2/127.) Kur’an buna ; “İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyandı; fakat o, ALLAH'ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslümandı, müşriklerden de değildi.” (Al-i İmran-3/67.) âyetiyle işâret etmektedir.!
Yeryüzündeki insânlığa gönderilen yüksek misyon sahipleri olan Nebi veya Resûl'lerin kronolojisini incelediğimizde genel olarak putlara tapınan toplumlarda ortaya çıktığı görülmektedir.! İçyüzde aydınlanmış bir toplumda ortaya çıktıklarına rastlanmamıştır.! Rastlansa bile bunu uygulanan metotların yükseltilmesi olarakalgılamamız gerekmektedir.! Nitekim kadim zamandan bu yana Doğu halkları “içyüz”de aydınlatıcı öğretinin uygulandığı topraklarda yaşadıklarından onlarda Nebi, Resûl, Velî terimleri ; “aydınlanmış kişi”ler olarak yerini almış ve onların gösterdikleri metotlar üzerinde çalışmışlardır.! Rama, Krişna, Buda, Konfiçyus’un öğretileri içyüzlerinde aydınlanmanın çeşitli yollarını ve uygulamalarını vermişlerdir.Tüm ekôllerin özü ayni olsa da Ortadoğu ve Doğu ekôlleri başka farklar yüzünden de dış yüzde birbirinden ayrılmış olarak görünmektedir.! Orta Doğu da Hazret-i İbrahim a.s. ile başlayan bu süreç Hazret-i Muhammed s.a.v. ile sona ermiştir.! Öğreti en son Kur’an mesajı ile yazılı olarak verilip tamamlanmış, artık verilen metodun uygunlama sürecine geçilmistir.!
Yeraltında gizli öğreti veren mabetler artık dışa açılma ihtiyacı duyarak açılma sürecini başlatmışlardır.! Bu zaman sürecinde ilâhi değişmez olan doktrin, birçok kendi özünü ve hakîkatı bilmeyenler tarafından tahrip edilerek özünden saptırılıp şahsi menfaatlarına uygun olacak şekilde yorumlanıp, kadim zamandan gelen öğretiymiş gibi sunulmuştur.! Kadim zamanlarda öğreti merkezlerindeki rûhani ayinlerde uygulanan ritüellerin çoğu özelliğini (titreşimini) kaybetmiş suni birer simge olarak ancak geçmişin hatıralarını yaşatmaktadırlar.! Çünkü kadim zamanda çok uzun senelerde ; kontrollü, yüksek disiplinle kazanılan rûhani liyâkatlar günümüz insânı tarafından sadece teorik bilgi edinme ile hemen elde edilecekleri şeklinde algılanır olmuşlardır.! Bu mümkün olmayan ve olmayacak bir hayâl olarak, zamanla kendini gösterdiğinde kişi hayâl kırıklığı içinde başka bilgilere medetle sarılarak zaman kaybetmektedir.! Hâlbuki önce şunu idrâk etmek gerekmiyor mu ? fizik plândaki bir hayât, kozmik hayâtımızın sadece çok küçükcük bir adımıdır.! Yolun kat edilmesini adımlar sağlar.! Ölümle yol bitmiş değildir, yalnız atılan bir adım sona ermiştir ve devam edecektir.! Bu sebeple geçmiş tüm peygamberlere metotlarında sabır ve devamlı uygulama tavsiye edilmiştir.! Bu gerçeğe şu atasözü uymaktadır : “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla.!” Yâni HAK ; “Resûl’üm sana söylüyorum, ey insân sen anla..!” Diye işâret etmektedir...!
“AS”, kadim zamandan bugüne ; ‘Sopa’, ‘Sûr’,‘Yusuf'un atıldığı kuyu’, ‘Yasak Ağaç’, ‘Amûd-i Fekarî’ (Bel kemiği), ‘Amûd-i nûrânî’ (nûrdan sütûn), ‘Belkemiği’, ‘Kundalini’, ‘Yakub’un merdiveni’ vb.denen isimlerle anılsa da aslında tarif edilen hep insânın kendi içinde saklanan öz, soyut gizi ve gücü olmuştur.! İlâhi yasaya bağlı olarak geçmişteki büyüklerin tarifleri insâna işaret ettiğine göre, günümüz insânlığı efsânenin aslı olan içindeki bu gücü geçmişte değil bulunduğu anda/hayâtta kendinde aramalıdır.!
Tüm ekôllerin özünü, temelini teşkil eden bu öğretidir.! Bu öğretiyi nazari olarak öğrenmek bilgi edinmektir, aslı öğretiyi öğrendikten sonra pratiğe geçirip uygulamaktır.! İşin en zor tarafı uygulamadır.! İlâhi yasa temelde erdem üzerine ahlâkla inşâ edilmiştir.! Tüm öğretilerin bu sebeple asıl özü erdemdir.! Erdem kazanılmadan ahlâklı olunamaz, ilâhi ahlâkın kazanılmasının başlangıcı, imtihan yeri olan yeryüzüdür.! Yeryüzündeki ahlâk okulunun sınıflarını geçemiyen hiçbir ölümlü bu güce sahip olmaya ulaşamaz, ulaşamıyacaktır da.! Ahlâk soyut bir değer olup burada ve ahret denilen âlemde fiillerle ortaya çıkar.! Sonuçta ikiye ayrılarak ; iyi ve kötü kutupları oluşturur.! Kötü olana ilâhi hazinenin gücü teslim edilemez.! İyi ise en iyi olmadan bunu kullanamaz.! Erdem bu ilâhi hazinenin sigortasıdır.! “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.!” (Kalem-68/4) Âyeti buna işaret eder.! İnsânın göksel ve yersel serüveni bu ilâhi gücü ona kazandıracak süreçtir.! Dünyâ insânlığının günümüzdeki hâli insânlığın daha çok yolunun olduğuna işaret etmektedir.! Artık, eski Mısır'daki Menfis ve eski Yunan'daki Eleusis gizli mabedlerindeki benzeri Hermetik erme öğretisi veren yerlerin ; yalnız Doğu ekôlüyle bazı Budist mabedlerinde uygulandığı söylenmektedir.! Ancak bu da kendini dünyâdan, olaylardan soyutlayarak uygulanabilir olduğundan işin sonunda iyi netice vermeyebilir.! (yüksek frekans/titreşime erilemez) Neden ? Niçin ? metot değişti de ondan.! ALLAH'ın yasaları değişmez, ancak devirlere göre uygulanacak öğreti ve programlar farklıdır.! İdrâk en önemli faktördür.! Bilinç, idrâk olmadan gelişemez.! Birtek Nebi veya Resûl gösteremezsiniz ki dağda, toplumdan ayrı bir yerde kendi soyutlayarak oturup; “Kitab” veya öğreti vermiş olsun.! Var mı ? Yok..! Kendimizde saklı asıl kendimizi acılarda, olaylarda, insâna hizmet ederken bulacağız.! O güzeller güzeli, “dert ve kahır” [Kerbelâ – Hz.Hüseyin] toprağında boşuna mı canını verdi, hak ve hakîkat için.?! Öz denen güzel kendini belâlarda sakladı..! Peygamberlerin hayâtlarını özünde “öz”le incelersek bize bu hususta derin sırlarını açacaklardır.!
On binlerce yıllık eski kadim mabedler artık neden yoklar ? Değişen nedir ? Neden bu değişiklik ön görülmüştür ? Bu yerler şimdiki insânların dış yüzde sandıkları gibi yerler olmasa gerekti.! İlâhi Tanrısal gücün hüküm sürdüğü ve temsil edildiği, etki alanı olan, müthiş radyasyon alanlarıydı.! Bu alanlar niçin boşaltıldı ? Bu ilâhi güç neden mabetlerden çekildi ? Bunda da insân oğluna verilen saklı bir mesajın olduğunu ister istemez düşünmek zorundayız.! Uygulanan ilâhi programın bir anda farklı bir safhasını yaşamaya başladık.! Yaklaşık dört- beş bin yıl öncesi o kadar uzak bir zaman değil ki.! Değerli Teozof Azize H.P.Blavatski’ye göre, kadim Mısır mabedleri 50-60 bin yıllık mabedlerdi.! Bu kadar uzun hüküm sürmüş erme okulları niçin kapandı ? Biz bu okulların erken dönem Firavunlar zamanında çok güçlü olduklarını, geç dönem yâni günümüze yakın zamanlarda zayıfladıklarını anlıyoruz.! Geç dönemlerde Pitagoras ve Mûsâ a.s. bu okullarda inisiye olduktan sonra öğretiyi dışa açmamışlar mıydı ? Onların bu gizli öğretiyi dış dünyâya açmaları izinsiz olabilir miydi ? Bu durum yeryüzünde uygulanan ilâhi programda çok önemli bir değişimin habercisiydi.!
Tanrı sadece gizli mabedlerde öğreti alanların Tanrısı olabilir miydi ? Elbette hayır.! Aslında dünyâ o zamanlardan itibaren bu şekilde küreselleşmeye başlamıştı.! Hazret-i İbrahim’in “Kâbe”yi inşâsı buna en büyük delildir.! Tanrı artık tek olduğunu tek “Kutsal Ev” simgesiyle tüm dünyâ insânlığına ilân ederek, etki alanını “Kâbe” ile değiştiriyordu.! Burada en önemli faktör insânlığa verilen idrâkın, bilincin arttırılması olarak algılanabilir.! Tek Tanrı olgusunun, artık ; bu olgunun kavranmadığı toplumlara ulaştırılma zamanının geldiğine mi işâret etmekteydi.? Burada günümüz insânı için çok önem arz edecek bir başka soruyu sormadan geçemiyeceğim ; “on binlerce yıldır hakîkate hizmet etmiş, ayni zamanda Atlantis’ten kalan tek görkemli mimâri harikalar da olan kadim Mısır mabedleri/piramitleri dururken, niçin ilâhi emir onlardan yana değil de Hazret-i İbrahim’e basit olarak dört duvarlı küçük bir bina yaptırtmayı öngörmüştü ?” Bundaki sırr neydi ? Bunu çok iyi düşünmek gerekiyor..!
Tanrı’ya göre yolunda gitmeyen birşeyler mi vardı ? ve bunun köklü bir şekilde değişim zamanı mı gelmişti.? Ki o kadim Mısır mabedlerinde on binlerce yılda kimler ermemişti ki ? Eren okulunun veya okullarının kapanması, anlaşılması çok zor ve işin içyüzünü bilenler tarafından ürpertici, açılmamış sırlarının olduğunu tahmin edebiliyorum. Bunun işaretleri kendini yine orada ve sonra verilen ilâhi mesajlarda simgelerle saklıyor olmalıdır.! İlâhi yasaların işleyiş prensibine göre, ilâhi güç, destek verdiğini çok önemli bir sebep olmadan terk etmez.! Bunu, geç dönem okullarında yozlaşmanın artık kabûl edilemez noktaya vardığı şeklinde yorumlayabiliriz.! İşin içyüzünde erme okullarından artık erenler çıkmıyordu.! Bu durum Hermetik öğretiyi içyüzde uygulamaya liyakatlı adayların olmadığına, sonuna gelindiğine mi işaret ediyordu ? Hem öyle hem de elbette hayır.! Hermetik öğretinin değil, onu uygulayanların değişimi söz konusuydu.! Hermetik öğreti artık yer, anlam ve isim değiştiriyordu.! “Sirius” tapınmalarına cevap olarak bu kadrolar tasfiye edilmeye başlanmıştı.! Ve buna yazılı olarak da cevabı ayni ilâhi güç Kur’an-ı Kerim’de binlerce sene sonra “Doğrusu Şi'râ yıldızının Rabb’i O’dur” diye mi vermekteydi.?! (Necm-53/49.) Nitekim büyük üstad “Hermes Trismegistus” (Üç kere Yüce/Hakim) (İslâm ezoterik’içyüz’ / egzoterik ‘dışyüz’ geleneğinde, Bilge Hermes’in Hz.İdris a.s. kabûl edilmektedir.) bu gerçeğe çok önceleri yaşadığı, nefes aldığı günlerde şu sözleriyle işaret etmemiş miydi ? “İleride gelecekler bu öz öğretisinden saptırılacaklar.!” “Tanrılar terk ederek evlerine dönecek.!” “Burası terk edilmiş ve yalnız kalacak özden, rûhtan mahrum.!” “Bugünlere işaret eden taş mabedlerden başka birşey kalmayacak..!” Gerçekten böyle olmadı mı ? Şimdi o kadim mabedler yalnızlığını, yazın çölün sıcaklığı ve onları saran kumlu rüzgârlarla paylaşmıyorlar mı ? Nerede o rûhani titreşimlerin iç uzaydan görülen göz alıcı parlaklığı ? nerede sabah gün doğarken, çıktığı gece yürüyüşünden kozmik âileye katılarak geri dönen erler..? Nerede bu dünyâyı artlarına bile bakmadan “Arz”la değiştirenler..? Nerede bakır canını, altına çeviren özsimyacılar.? Yoklar..! Oradan gelmemek üzere gittiler, terkettiler..! Gidenlerden sonra, istilâlar, savaşlar, kan ve can dökücüler geldi ; o kadim yurdu kalanların altlarından alarak nefse, cahilliğe, karanlığına tutsak ettiler.!
[“Üç kere yüce/Hakim” Hermes’in öğretisi neydi ? Çok kısaca özetlersek : HAK, bazı insânlara ; duyum organlarıyla alınamıyan, sıradışı bazı mazhariyetler (Yansımalar**) verir.! Nefsi terbiye edecek, ona hakim olunacak doğru yolu gösterir.! Bu hakîkat : bedenen ve rûhen, derece derece yükselerek nefsine hakim olmaktır.! Vicdân yâni içteki öz, zihin ve bedeni (nefis ve canı) öğretisi verilen disiplinle terbiye ederse kişinin derininde baygın (uyuyan) olan yüksek titreşimler uyanır, ererdi.! (Yâni uyuyan kundalinisini/ ateş yılanını ayağa kaldırırdı.!)Bu öğreti ile üstün bir ahlâka sahip insân, kâinatın soyut ve gizli idâreci gücüyle kendi içinden irtibat kurabilir ve diğer insânları da uyandırabilirdi.! Terzi, Mısır papirüslerinde Hermes Tut adını taşıyor. Yunanlılar ona Ermis ya da üç kez bilgin anlamına Trismegiste diyorlar. “Yahudilere göre adı Honok'tur. Araplar, Hermes-ül-Heramise adıyla anmaktadırlar. Kur'an'a göre o, Adem ve oğlu Şit'ten sonra gelen, üçüncü peygamber İdris'tir.” Kısas-ı Enbiya, onu şöyle anlatıyor: Hazreti Şit'ten sonra peygamberlik İdris aleyhisselama geldi. Ve ona dahi otuz sahife nazil oldu. Kalemle yazı yazan ve elbise diken ilk insan odur. Ondan önce insanlar, hayvan derisi giyerlerdi. İdris aleyhisselama göklerin, esrarı açılmıştı. Sonunda Tanrı, onu diriyken göğe kaldırdı. Hazreti İdris göğe çekildikten sonra insanlar doğru yoldan ayrıldılar, putlara tapar oldular.Tevrat, onu şöyle anlatmaktadır: “Ve Yared yüz altmış iki yaşında Hanok'un babası oldu. Hanok, üç yüz yıl Tanrı'yla yürüdü ve Hanok'un bütün günleri üç yüz altmış beş, yıl oldu ve gözden kayboldu. Çünkü, onu Tanrı aldı” (Tevrat, Tekvin kitabı, 5. bap, 18-24).Terzi Hermes'in, kendinden sonraki bütün düşünsel akımlara ışık tutan düşüncesi şudur: "İnsanlar ölümlü tanrılar, tanrılar ölümsüz insanlardır. "Terzi Hermes, evrensel düşünü şöyle kuruyor: Kocaman boşluğun en altında ölümlülük yeri dünya var, en üstünde de ölümsüzlük yeri Zuhal yıldızı... Zuhal yıldızı, evrensel aklın bütün esrarını taşımaktadır, yedinci ve son kattır, ölümsüzlüğe orada erişilir. Zuhal, parlak bir ışık içindedir. Ruhlar, oradan koparak, dünyaya doğru düşmeye başlarlar. Bu düşüş bir sinavdır. Düşüş, büyük ışıktan, inildikçe yavaş yavaş koyulaşan karanlığa doğrudur. Işık ruh, karanlık maddedir. Ruh, kısa bir sınama için yeryüzüne inip maddeyle birleşecek, ama maddeye boyun eğmeyecektir. Ruhun maddeye boyun eğmesi, ona yenilmesi demek, sonsuz olarak yok olması demektir. İnsan ruhu, tümel ruhun (Tanrı'nın) çocuğudur. Sınavı kazanamazsa, o ruhta bulunan tümel ışık (Tanrısal nûr) sönecek, ışık yalnız başına çıktığı yere dönerek ruhu karanlıkta bırakacaktır. Ruh da, ışıksız kalınca, karanlığın içinde eriyip tükenecektir. Büyük boşluk, inen çıkan ve arada eriyip tükenen sayısız ruhların kasırgasıyla kavrulmaktadır. Sınavı kazanan ruhlar, yedi kat göğe başarıyla yükselip ölümsüzlüğe kavuşurlar. Salt gerçeği (mutlak hakikat) öğrenirler. Maddeye boyun eğmeyen başarılı ruh, yeryüzündeki kısa sınavını verdikten sonra, ilk basamak olarak ay'a yükselir.!"] (**HAK, adından da anlaşılacağı üzere kimsenin hakkını yemez, bu liyakatlar önceki hayâtlardan kazanılmış hakları bir sonraki hayâta yansımaları veya tecellilerinden başka birşey değildir.!Bu gerçek de tekâmül yâni yükselme için fizik plâna tekrâr gelindiğine yeterli ve önemli bir veridir.)
Bu kadim öğretinin İslâmi versiyondaki yerini
Hazret-i Muhammed Mustafâ s.a.v. muhteşem bir özdeyişle şöyle
özetlemiştir : “Kendini bilen nefsini bilir, nefsini bilen RABB’ini
bilir..!” Bu sözden sonra yorum sizlere âittir.! Hazret-i Pîr Hacı
Bektaş-ı Velî de : “Eline beline, diline hakim ol..!” Diye buna öz
olarak işaret etmiştir.! İnsânı, bedenden dışa açan bu üç fiil değil
midir ? Kişinin kendini özüyle kontrollu kullanması/yaşaması nefis
terbiyesidir.!
Kadim astronomide birçok yıldız ismi varken ; burçlardan, Ay ve Güneşten, gezegenlerden bahsederken özellikle tek âyette sistem dışında olan bu yıldızı ismiyle ve içyüzde işaret edilen mânâ ile anması tesadüf müdür ? Hayır, İlâhi mesajlarda tesadüf olabilir mi ? “Sirius” mitinin kadim bir Hint efsanesinden de geldiği söylenmektedir, elimdeki notlara göre şöyleki : “Cennetin kapısına ulaşamak adına yola çıkan dört kardeşten birincisi iyi bir savaşçı ve komutan ikincisi usta bir şair üçüncüsü ünlü bir aşıktır. en küçük kardeşin özelliği ise gurur duyduğu köpeğidir. Dördüncü kardeş ilk kardeşini bir savaş meydanında ikincisini bir düğünde üçüncüsünü de güzel bir prensesin kollarında bırakır ve cennetin kapısına ulaşır ama köpeğini cennete kabul ettiremez. Bunun üzerine cennete girmeyi reddeder. yolculuğunu cennetten izleyenler ona kardeşlerini terk ettiği halde köpeğini terk etmemesinin sebebini sorarlar. küçük kardeş diğerlerinin kendi kaderlerini izlediğini ama köpeğinin ona tüm kâlbiyle bağlandığını söyler. bunun üzerine cennettekiler köpeği bir takım yıldız haline getirirler. Bu yıldız kümesindeki en parlak yıldızın adı sirius, yâni köpeğin kâlbi olmaktadır.!”
Kadim Hint ile kadim Mısır’ın “sirius” gibi başka birçok konuda ortak yanları olmalıdır.! Sirius’un içyüzündeki sırrı ‘parlaklığında mıydı ?’ Kadim Mısır’da bu ‘parlaklık’ özün, merkezin simgesiydi.! Ermeler azalıp da, öğretideki derin sırlar ; halka, içyüzden habersiz, bilgisiz topluma sızmaya başladıkça bu ‘parlaklık’ içyüzü bilmeyenlerce dışyüzde tapınmaya kadar gitti.! Yozlaşmayla değişim sınırına gelinmiş oldu.! Bunu doğrulayan diğer çok önemli bir simgeyse erken dönem Firavunlarının başında iki kaş arasındaki yılan figürünün, geç dönem firavunlarında görülmeyişidir.! Bu durum kadim Mısır dinindeki Hermetik öğretinin asıl amacından uzaklaşarak artık eren çıkaramadığını gösteriyordu.!
{Sirius yıldızı, Güneşten büyük olduğundan ve gökyüzünde geceleri görünen en parlak yıldız, “Köpek yıldızı” ismiyle de geçer. Büyük köpek takımyıldızının ‘alfa yıldızı’ olduğu için ‘alpha canis majoris’ olarak da anılır. Parlaklığı -1.45 “eksi bir nokta kırkbeş” kadirden olup, göğün en parlak yıldızı olma ayrıcalığını bir kadir farkla elde etmektedir. Dünyâya uzaklığı 8.7 ışık yılı, büyüklüğü Güneş'in iki katı, parlaklığı güneş`inkinin 20 katıdır. Kış gecelerinde gözlenen bir yıldızdır, yüzünüzü kışın güney yönüne dönün, orada göreceğiniz, mavi beyaz ve kimi zaman diğer renklerde parlayan yıldız Sirius'tur.}
Hermetik erme okulları kapanınca, kadim öğreti ; gelen Nebi ve Resûl’lerle toplumları uyandırmak için simgesel anlatımlarla mesajlara dönüştü.! Nitekim, 1930 – 1960 yıllarında Mısır’da yapılan kazılarda mabet veya piramitlerin girilebilen mahzenlerinde birçok haçlara rastlandığı söylenmektedir.! Hz. İsa Mesih’ten binlerce yıl önce hıristiyanlık mı vardı ? Dört unsurdan meydana gelen bedenin haçla simgelenmesinden başka birşey değildi.! O zamanlar mabedlerde erme işleminde kullanılan sembôllerdi.! Haç’ın merkez noktası kâlb, iki kolonun/çizginin kesiştirildiği “nokta” olarak soyut “öz”e tekâbül etmekteydi.! İnsânda ayaklarını birleştirip kollarını iki yana açtığında haç şeklinde bir durumunu şeklen oluşturmuyor mu ? Bu durumda kâlb merkez nokta olarak, özün, Rûh'un oturduğu ev, Kâbe konumundadır.! Kâbe’nin inşâsı bu sebeple soyut merkezi anlatımla çok önemli bir sırra işâret etmektedir.!Yakın zamanda Batı ekôlünde bu kadim “öz” öğretisi, Aziz Christian Rosencreutz tarafından ‘Gül Haç’ ismiyle ‘haçın orta, merkez noktasında açmış bir gül’ simgesiyle yerini almıştır.! Bu “öz” öğretisinin Doğu ekôlü (Tibet ekôlü) ise Tibette oturan çok az kişi (2-3 kişi) tarafından görülen üstad Mahatma Morya tarafından Azize H.P. Blavatski kanalıyla verilmiştir.! Bu öğretilerin tamamı ismi farklı olsada, bilinmese de temellerinde; HAKK ALLAH tarafından tescil edilmiş, “İbrahim'in Hanif Dini” olan “Öz” yoludur.! Doğu olsun, Batı olsun, Orta doğu olsun, ‘gerçek’ ezoterik ekôllerin üstatlarına sorun : ‘öğretinizin amacı nedir ?’ diye ; size kendinizde saklı özünüzü, rûhunuzu bulmayı tarif edeceklerdir.! İşte en son Resûl, Hz.Muhammed s.a.v. efendimizin verdiği Kur’an mesajında bu metot ilk defa ismi ile HAKK tarafından ismiyle tarif edilmiş olan “Hanif Din”dir.! “İçyüz” öğretileri bilgi düzeyinde artık küresel dünyâya açılmışlardır.! Ancak uygulamalarındaki hassas püf noktaların açılmadan hâlen sırlarını koruduğu şeklinde düşünebiliriz.! Tüm ekôller öğretilerinin ancak açılabilir miktarını vermektedirler.! Bir de çok önemli olan husus şudur ki ; ekôlleri kuran üstatlardan sonra kaç tane ekôl orjin özünü kaybetmeden, saptırılmadan, yanlış yorumlanmadan, değişikliğe uğramadan bugüne kadar gelebilmiştir.?! Bunu gerçekten özüyle, hikmetle inceleyenler gerçeği göreceklerdir.! Şimdi olmasa da ilerde gelecekler bunu yapacaklardır.!
İslâm’ın dış dünyâsı ise ezoterik sırlarla ancak tasavvuf ve batıni tarikatlardaki bilgilerin dışa sızmasıyla tanışmaya hâlen devam ediyor.! İçyüz bilgisi ile uğraşanlar oldukça yol aldılar ama bunun bedelini inanç ve iman müessesesinden tek taraflı karşı gözlemle yargılanıp, dışlanarak, aşağılanarak, kâfir, dinden çıkmış denilerek ödediler ve hâlen de ödemeye devam ediyorlar.! Türk İslâm Tasavvufçuları, Hoca Ahmet Yesevi, Lokman-ı Parende, Hazret-i Pîr Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî, Sarı Saltuk, Seyyid Ali sultan, Pîr Sultan Abdal, Fuzuli, Taptuk Emre, Yunus Emre, Mevlâna, Sultan Veled, Hallacı Mansur, Nesimi’ler ve daha birçokları olmasaydı durum nice olurdu, HAKK ve hakîkat yolunda hizmeti geçenlerin hepsini minnet ve şükranla anıyor, onlara teşekkür ediyorum..! Batıdaki kilise baskısının farklı şekli İslâm âleminde düşünmeye, okumaya, yazmaya engel ve yasaklarla kendini gösterdi.! Çoğu ülkelerde de hükmünü sürdürmeye devam etmektedir.! Dünyâdaki varolan istisnasız bütün gerçek ekôllerin özü Hazret-i İbrahim’in “Hanif Din” metoduna dayanmaktadır.! Bu ‘özyolu’ öğretisi, “Kutsal Kitab”lardaki metinlerin içyüzüyle açılarak, ‘tam ismi ve açılımı’ ile ‘özdeyiş’ olarak 2002 yılında Ankara'da M.H.Uluğ Kızılkeçili tarafından “Kıyâmetnâme – Mesajlar” isimli eseriyle verilmiştir.! Toplum tarafından anlaşılması, özümsenmesi, idrâk edilebilmesi için uzun bir sürenin geçmesi bugün için maalesef kaçınılmaz görünmektedir.!
Hazret-i İbrahim’in içte saklı tek Tanrılı dini, gelişen idrâklarla Hazret-i Mûsâ’nın “Tûr-u Sinâ” dağı olan kâlbinden ve belkemiği olan “Asâ”sından kendisini gösterdiğinde buna tâbî olacak insânlığın uzun süreçte yavaş yavaş oluşacağı ilâhi programı uygulayanlar tarafından biliniyordu.! Hazret-i Mûsâ a.s.’ın “Elohim” dini aslında kadim Mısır geleneğindeki Hermetik öğretideki tek öz, tek Tanrı metodunun dışa açılması yâni, artık bütün yeryüzü için “Hattı müdafaâ değil, sathı müdafaâ” uygulamasıydı.! Tanrı bütün insânların Tanrısıydı.! Hazret-i İbrahim bu öğretiye Musa’dan önce işaret eden “Ata”sı olduğuna göre, demek ki Doğu ekôlü dışa açılımı çok daha önce başlatmıştı.! Doğu ekôlünü öğreten büyük üstadların (erenlerin/mahatmaların) kadim Mısır’daki Hermetik öğretiden haberi var mıydı ? Ayni soyut frekansta olanlarca, elbette vardı.! Soyut boyutta, yâni kaynağında Tanrısal “Hikmet” tek ve ayni değil midir ? Ayni soyut boyutta (frekansta) birlikle hareket eden ilâhi güçler yeryüzünde bölgesel misyon paylaşımı yapmış olmalıydılar.! Bunun aksi olabilir mi ? Nitekim temeli atan İbrahim a.s.’a Kutsal Kitab’larda peygamberlerin “Ata”sı yâni “Baba”sı diye hitap edilmesi sadece fizik değil aslında soyut plândan geldiği şeklinde de düşünülmelidir.! Nitekim Kur’an’da ki : “İbrahim'in milletinden, kendine kıyan beyinsizden başka kim yüz çevirir ? Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık, hiç şüphesiz o, ahirette de iyilerden biridir.!” (Bakara-2/130.) Âyetiyle ayni zamanda O’nun soyut ahret boyutundaki yerine de işaret etmektedir.!
Yukarıda yazılanların ışığında, burada çok önemli ve saklı bir hususa değinmeden geçemiyeceğiz..! Hz.Musa a.s. aslında Mısır’daki kadim erme okullarının kapanmaması için onlara “Elohim”ler tarafından gönderilen aşıydı..! Yozlaşmayı bitirip öğretiyi içyüzde tekrâr diriltmek için aslında onlara öğretilerinin devamı için kurtarıcı olacaktı..! O, fizik olarak da İbrahim’in soyundan değil miydi ? Hangi “sudan çekilmiş” olarak “Musa” ismini vermişlerdi ona ? “İbrahim’in suyundan !” Irmak/nehir simgesi mecazdır.! Musa ayni soyun mîrâsının temsilcisi değil miydi ? İbrahimi soyun varisi fizikten önce rûhanidir..! O özün temsilcisi olan varistir..! Olaylara baktığımızda “seçilmiş” “seçkin” önce “içyüzde” özle ilgili değil midir ? Fizik sonradan gelmiyor mu..? Her ne kadar Musa’nın kadim Mısır mabedlerinde inisiye olduğu söylense de, O da atası Hz.İbrahim a.s. gibi Hint kökenliydi.! O da zaten “öte taraf” kökenli (ibri) gönderilen kurtarıcı değil miydi..?! Kadim, antik zamanda dış dünyâdaki halklar (mabed dışı) tarafından, Tanrılar da denen, “Hakeren”ler yâni “Elohim”ler, yâni Kur’an’daki “Biz”ler ; en son Musa a.s. ile Kadim Mısır’a himmet mi ediyorlardı.?! “Hermetik” Atlantis öğretisinin ‘uygulamada’ki sonu Mısır mabedlerine yaklaşıyordu..! Çünkü “Mu” öğretisine sadık kalan Doğulular, Atlantisliler gibi öğretiyi çarpıtmadan, azmadan, uygulamadaki pozitif gerçekleri değiştirmeden ermelerine, içyüzde aydınlanmalarına devam ediyorlardı..! Her süreçte bölgesel (küçük afat / tufan / sel / deprem / kasırga /hastalık vs.) ayıklamalar normaldir, ancak Atlantis’in tamamen batırılması çok ayrı ve önemli bir gereçeğe işaret etmektedir..! "İçyüz"de aydınlanmaya devam eden toplumun helâk edildiği nerede görülmüştür, örneği var mı..? "İnka" ve "Maya"lara peygamber gitmiş miydi ? Elbette rûhsal önderleri vardı, ama içyüzde aydınlandıklarından bir peygamberleri yoktu, peygamberlerin geliş ve yaşadıkları yerlere bakılırsa en azından bu yönde bir iz şimdilik bulunmamıştır..! Atlantisin temiz çocuklarını İspanyollar katlettiler, altın için..!!
“Biz, yoldan çıkan kavmi helâk eder ; yerine yenisini getiririz.!” (Enam-6/89.) “Elini koynuna sok, kusursuz bembeyaz çıkacaktır. Korkudan (açılan) kollarını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı RABB’in tarafından iki kesin delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır.” (Kasas-28/32.*) “Ey Muhammed ! Azim sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret ! Onlar için (azab hususunda) acele etme. Sanki onlar kendilerine vaad edilen azabı gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu bir tebliğdir. Hiç yoldan çıkan fasıklar topluluğundan başkası helak edilir mi?” (Ahkaf-46/35.) Başkaları da var ama bu üç âyet yukarıdaki yorumumuza hakkını kâfi olarak teslim etmiyor mu..?
“Piramit”ler, “Hermes”in “üst üçüz”, “öz”, “Rûh” (RAHMÂN RAHÎM RÛH) öğretisinin simgesi olarak Atlantisliler tarafından inşâ edilmişti..! Kadim Mısır’ın Atlantis’in kolonisi olduğu hakkındaki görüşler doğru olmalıdır.! Çok ileride yeryüzünde “İbrahim milleti” tam oluştuğunda, bugünkü dünyâdan eser kalmayacaktır..! O zaman kim ve ne olduğumuzu, nereden beri yolda olduğumuzu, hangi yollardan geçtiğimizi daha iyi idrâk edeceğiz...! Hz.Muhammed s.a.v. inanmayanların, O’nu kabûl etmeyenlerin, O’na inanacaklarına adınız gibi emin olabilirsiniz..! Gerçeklerden, ölümlü hiçbir kimse kaçamaz..! İbrahim’in öğretisiyle yola çıktık, İbrahim’in gerçeğine yürümeye devam ediyoruz..! Sahi biz kimleriz..? Bundan önce kimlerdik..? Bu gerçekler ışığında târihe ibretle bakmak lâzım diye düşünüyorum..! Alınacak, uyanacak, uyandıracak çok dersler olmalı..! Yukarıdaki yorumumuz ileride gelecekler tarafından irdelendiğinde üzeri hem bilinerek hem de bilinmeyerek örtülmüş gerçekler gün ışığına çıkacaktır.! “Gerçek” asla kaybolamaz, kimse tarafından kaybedilemez.! İnsâna göre çok uzun, HAKK’a göre çok kısa bir süre için saklanabilir, tahrif edilir ama “O” hakîkati her zaman güneş gibi ortaya çıkarmasını, çıkartmasını bilir.! Geriye dönüp baktığımızda hep böyle değil mi ? Kova çağında kim bilir hangi bilgileri verecekler, neler olacak.?
Günümüz dünyâsında öğrenme ve uygulama bazı ekôller dışında genelde kişisel olmakta, bu da beraberinde yanlış bilgi ve tehlikeli deneyimleri getirmektedir.! Yanlış yorum ve uygulamalarla vakit kaybedilmeden gerçeğin özüne dönülerek içyüzde sağlam ve tehlikesiz olarak uygulanmalıdır.! Kişi kendinde saklı asıl kendi özü ile meditasyon / yoga / kendi içine çekilerek tanışabilir ve bunun aşamalarına özünün izin verdiği kadar deneyimlerle yoluna devam edebilir.! Bu metot da acele ile iş görülmez, ahlâk yapısının kuvvetli olması ve özünün her imtihanını kazanmakla, sabırla, bilinçli yaşayarak, deneyimler kazanılır.! Hayâtlarda kazanılan deneyimler bir sonrakine aktarılır ve tam yetkinlik liyatını kazanasıya kadar devam eder.! Nefsinin tuzaklarına düşmeyen kişinin yükselmesi kolaylaşır..!
Peygamberlerin gösterdikleri mucizeleri, 7 frekansta (titreşim) ayağa kaldırıp tam yetkinliğe kavuşturdukları “Asâ”ları yâni ‘Kundalini’lerinden çıkan hikmetler ; bilinçle yönlendirdikleri hedeflerde ortaya çıkartıp insânlık için sergiledikleri eserlerdi.! İşin içyüzünde, özünde saklanan en üst derecede ermelerini anlatan sırlarıydı.! Nitekim, Kur’an’da ; en son Resûl Hz.Muhammed Mustafâ s.a.v.’e “Biz sana iki yedi ve azim olan Kur’an’ı verdik” der.! Dinde uzman (!) olduğunu söyleyenler..! Bunun içyüzünü bilemeyip anlayamadıklarından, orjinal âyette asla yazmayan : “Tekrarlanan yedi âyetli Fatiha’yı verdik” diye tamamen yanlış olarak çevirirler.! Onlar nereden bilsinler ki ; “İki yedi”, kişinin içinde belkemiği denen mağarasındaki “Rûh ve Sekine” denen “Pozitif ve Negatif” ilâhi güc olan iki kutbdur..! “Çift kanal omurilik”te oturmaktadır..! “33 omurdan” oluşan çift kanal toplamında “66” eder ki bu sayısal ebced iliminde tam olarak “ALLAH” lâfzına denk gelir..! ALLAH’ın gücüne simgedir..! Tevrat’ta “Tanrı insânı kendine benzer surette yarattı” âyeti, fizik benzerliği değil insânda saklı ilâhi şemalara atıftır..! Bunu da anlayamadılar, hâlen tartışıyorlar..! 7 frekans, “33” şerefeli, “öz”le, “RÛH”la cem olunan insân denen mabeddir, bu mânâda camidir..! “33”lük, “66”lık tespih dizini bu gereçeğe simgedir.! “ALLAH’ın gücü denen “kudretli iki ELİ” budur..!” “Hz.Yakub’un göklere çıkan merdivenidir.!” Erenlerin girdiği / girebildiği bu soyut mabedde, gerçek tespih, içyüzde herbir titreşimi “sessiz” sesle hakkıyla zikretmektir..! “33” şerefeden ayni anda “salât’ı doğrultarak”, Yâni “OL” deyip olduran “ses”i çıkartmaya çalışmak ve sonunda en üst frekansa çıkarak çıkartmaktır, kısacası Kur’an’da “Biz” diye konuşan “Zât”lara katılmaktır..! Bunun ötesi “Kur’an-ı” veya diğer Kutsal Kitabları tam mânâsında içyüzde soyut âlemde hakkıyla okumaktır..! Hazret-i ÂLÎ’nin deyişiyle : “Ene Kur’an-ı natık.!” “Ben konuşan Kur’anım” deyip de ne yazık ki cahiller tarafından hem o zaman hem de bu zaman anlaşılamamaktır / insânların O’nun neye işâret ettiğini hâlen daha anlıyamayışıdır..!!! Hazret-i Âlî’yi kılıçla değil, işin içyüzünde cahillikle katlettiler..! Cahillik, ilâhi ihânete dönüştüğünde ne beklenir ki ? Hem Resûl’ün hem de O’nun içlerinde saklı özlerini anlamadılar..! O zât “Kâbe”nin içinde doğmamış mıydı.? Bunu kısaca “Diri” okuma ; başka mânâda “OL dedik”, “Oldu” olarak idrâk edebilirsiniz.! “Biz”lere katılmak, öğretinin en zor ulaşılan ve en zor uygulanan boyutudur.! “Kıyâmetnâme - Mesajlar” eserinde bunlar “özdeyiş” olarak anlatılmaktadır.! “7 frekansın” tamamını tam olarak elde edebilmek çok uzun dünyâsal evreleri kapsar.! Her evrede hiç hatasız mezun olmanın yanında her hâyâtın puanlarının bir öncekinden daha iyi olmasını gerektirir.! İnsânlığa severek, isteyerek, karşılıksız, aşkla, fedakârlıkla çok hizmet verilmesi gerekir.! Her biten misyondan sonra vakit geçirmeden hemen yeni bir misyon alarak tekrâr geriye gelmek gerektirmektedir.! Bu durum, Özü tam “Feth” ederek, “Fatih” olmanın ta kendisidir..! En büyük kurtuluştur, yaşayan ölüleri dirilten rahmettir.! “Ölmeden evvel ölünüz”deki kurtuluşa simgedir.!
Sözde değil hakîkatte içte bu “İki yedi”ye sahip olan Hazret-i Muhammed s.a.v. bu gerçeğe şöyle işaret etmiştir ; “Yunus'un mîrâcı benden aşağı değil !” “Çoğu insânın bilmediği”(Rûm-30/30.) Ezoterik “Hanif Din İslâm” ekôlünde “Mîrâç” olayı, ‘belkemiğinde saklı özü’, ki Doğu ekôlü buna ‘kundalini’ deyip ; tam olarak ayağa kaldıran kişinin aydınlandığını kabul ederken, İslâm da buna “Mîrâç” kişinin içinde saklı “özüyle birleşme” diyerek tüm ekôlleri özünde örtüştürmektedir.! ‘Barış’ ve ‘teslim olmak’ da denen İslâm, kişinin özü ile birleşmesiyle, ona teslim olmasından başka birşey değildir.! Kur’anda buna ; Hz.İbrahim’e hitapla : “RABB’i ona, “İslâm ol !” emrini verince, o “Ben âlemlerin RABB’ine teslim oldum.” dedi.!” (Bakara-2/131.) Âyetiyle işaret edilmektedir.! “Biz, size şah damarından yakınız” diyen öze teslim olmaktır.! (Kaf-50/16.)
İçyüzde, özünle yâni “Rûh”uyla birleşmedir.! Buna “Büyük kurtuluş”, “Büyük ödül / ecir”, “Erme” de denir.! Nefse karşı yapılan gerçek “cihat”tır, fâni değil, hakîki bâkiliği “Fetih”tir.! Özüm diyor ki : ‘Oğlum Hürmen, kızım sana söylüyorum gelinim sen anla..! Elindeki yâni içindeki altını bakıra değişme.! Elinde bakır varsa onu içte altın yap, en büyük ve gerçek rûhani simya budur..! Fizik simyayı zaten şimdi kimya yapıyor, boşa vakit geçirme..! Dışta değil, içinde “iki yedi”den zenginleş de onlar gibi “Belini” doğrult, ilâhi antenini soyut âleme çıkar, alıcını çalıştır da o ezelî “ANA”ndan ilâhi sütü em..!’
C.Hürmen S
Kadim astronomide birçok yıldız ismi varken ; burçlardan, Ay ve Güneşten, gezegenlerden bahsederken özellikle tek âyette sistem dışında olan bu yıldızı ismiyle ve içyüzde işaret edilen mânâ ile anması tesadüf müdür ? Hayır, İlâhi mesajlarda tesadüf olabilir mi ? “Sirius” mitinin kadim bir Hint efsanesinden de geldiği söylenmektedir, elimdeki notlara göre şöyleki : “Cennetin kapısına ulaşamak adına yola çıkan dört kardeşten birincisi iyi bir savaşçı ve komutan ikincisi usta bir şair üçüncüsü ünlü bir aşıktır. en küçük kardeşin özelliği ise gurur duyduğu köpeğidir. Dördüncü kardeş ilk kardeşini bir savaş meydanında ikincisini bir düğünde üçüncüsünü de güzel bir prensesin kollarında bırakır ve cennetin kapısına ulaşır ama köpeğini cennete kabul ettiremez. Bunun üzerine cennete girmeyi reddeder. yolculuğunu cennetten izleyenler ona kardeşlerini terk ettiği halde köpeğini terk etmemesinin sebebini sorarlar. küçük kardeş diğerlerinin kendi kaderlerini izlediğini ama köpeğinin ona tüm kâlbiyle bağlandığını söyler. bunun üzerine cennettekiler köpeği bir takım yıldız haline getirirler. Bu yıldız kümesindeki en parlak yıldızın adı sirius, yâni köpeğin kâlbi olmaktadır.!”
Kadim Hint ile kadim Mısır’ın “sirius” gibi başka birçok konuda ortak yanları olmalıdır.! Sirius’un içyüzündeki sırrı ‘parlaklığında mıydı ?’ Kadim Mısır’da bu ‘parlaklık’ özün, merkezin simgesiydi.! Ermeler azalıp da, öğretideki derin sırlar ; halka, içyüzden habersiz, bilgisiz topluma sızmaya başladıkça bu ‘parlaklık’ içyüzü bilmeyenlerce dışyüzde tapınmaya kadar gitti.! Yozlaşmayla değişim sınırına gelinmiş oldu.! Bunu doğrulayan diğer çok önemli bir simgeyse erken dönem Firavunlarının başında iki kaş arasındaki yılan figürünün, geç dönem firavunlarında görülmeyişidir.! Bu durum kadim Mısır dinindeki Hermetik öğretinin asıl amacından uzaklaşarak artık eren çıkaramadığını gösteriyordu.!
{Sirius yıldızı, Güneşten büyük olduğundan ve gökyüzünde geceleri görünen en parlak yıldız, “Köpek yıldızı” ismiyle de geçer. Büyük köpek takımyıldızının ‘alfa yıldızı’ olduğu için ‘alpha canis majoris’ olarak da anılır. Parlaklığı -1.45 “eksi bir nokta kırkbeş” kadirden olup, göğün en parlak yıldızı olma ayrıcalığını bir kadir farkla elde etmektedir. Dünyâya uzaklığı 8.7 ışık yılı, büyüklüğü Güneş'in iki katı, parlaklığı güneş`inkinin 20 katıdır. Kış gecelerinde gözlenen bir yıldızdır, yüzünüzü kışın güney yönüne dönün, orada göreceğiniz, mavi beyaz ve kimi zaman diğer renklerde parlayan yıldız Sirius'tur.}
Hermetik erme okulları kapanınca, kadim öğreti ; gelen Nebi ve Resûl’lerle toplumları uyandırmak için simgesel anlatımlarla mesajlara dönüştü.! Nitekim, 1930 – 1960 yıllarında Mısır’da yapılan kazılarda mabet veya piramitlerin girilebilen mahzenlerinde birçok haçlara rastlandığı söylenmektedir.! Hz. İsa Mesih’ten binlerce yıl önce hıristiyanlık mı vardı ? Dört unsurdan meydana gelen bedenin haçla simgelenmesinden başka birşey değildi.! O zamanlar mabedlerde erme işleminde kullanılan sembôllerdi.! Haç’ın merkez noktası kâlb, iki kolonun/çizginin kesiştirildiği “nokta” olarak soyut “öz”e tekâbül etmekteydi.! İnsânda ayaklarını birleştirip kollarını iki yana açtığında haç şeklinde bir durumunu şeklen oluşturmuyor mu ? Bu durumda kâlb merkez nokta olarak, özün, Rûh'un oturduğu ev, Kâbe konumundadır.! Kâbe’nin inşâsı bu sebeple soyut merkezi anlatımla çok önemli bir sırra işâret etmektedir.!Yakın zamanda Batı ekôlünde bu kadim “öz” öğretisi, Aziz Christian Rosencreutz tarafından ‘Gül Haç’ ismiyle ‘haçın orta, merkez noktasında açmış bir gül’ simgesiyle yerini almıştır.! Bu “öz” öğretisinin Doğu ekôlü (Tibet ekôlü) ise Tibette oturan çok az kişi (2-3 kişi) tarafından görülen üstad Mahatma Morya tarafından Azize H.P. Blavatski kanalıyla verilmiştir.! Bu öğretilerin tamamı ismi farklı olsada, bilinmese de temellerinde; HAKK ALLAH tarafından tescil edilmiş, “İbrahim'in Hanif Dini” olan “Öz” yoludur.! Doğu olsun, Batı olsun, Orta doğu olsun, ‘gerçek’ ezoterik ekôllerin üstatlarına sorun : ‘öğretinizin amacı nedir ?’ diye ; size kendinizde saklı özünüzü, rûhunuzu bulmayı tarif edeceklerdir.! İşte en son Resûl, Hz.Muhammed s.a.v. efendimizin verdiği Kur’an mesajında bu metot ilk defa ismi ile HAKK tarafından ismiyle tarif edilmiş olan “Hanif Din”dir.! “İçyüz” öğretileri bilgi düzeyinde artık küresel dünyâya açılmışlardır.! Ancak uygulamalarındaki hassas püf noktaların açılmadan hâlen sırlarını koruduğu şeklinde düşünebiliriz.! Tüm ekôller öğretilerinin ancak açılabilir miktarını vermektedirler.! Bir de çok önemli olan husus şudur ki ; ekôlleri kuran üstatlardan sonra kaç tane ekôl orjin özünü kaybetmeden, saptırılmadan, yanlış yorumlanmadan, değişikliğe uğramadan bugüne kadar gelebilmiştir.?! Bunu gerçekten özüyle, hikmetle inceleyenler gerçeği göreceklerdir.! Şimdi olmasa da ilerde gelecekler bunu yapacaklardır.!
İslâm’ın dış dünyâsı ise ezoterik sırlarla ancak tasavvuf ve batıni tarikatlardaki bilgilerin dışa sızmasıyla tanışmaya hâlen devam ediyor.! İçyüz bilgisi ile uğraşanlar oldukça yol aldılar ama bunun bedelini inanç ve iman müessesesinden tek taraflı karşı gözlemle yargılanıp, dışlanarak, aşağılanarak, kâfir, dinden çıkmış denilerek ödediler ve hâlen de ödemeye devam ediyorlar.! Türk İslâm Tasavvufçuları, Hoca Ahmet Yesevi, Lokman-ı Parende, Hazret-i Pîr Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî, Sarı Saltuk, Seyyid Ali sultan, Pîr Sultan Abdal, Fuzuli, Taptuk Emre, Yunus Emre, Mevlâna, Sultan Veled, Hallacı Mansur, Nesimi’ler ve daha birçokları olmasaydı durum nice olurdu, HAKK ve hakîkat yolunda hizmeti geçenlerin hepsini minnet ve şükranla anıyor, onlara teşekkür ediyorum..! Batıdaki kilise baskısının farklı şekli İslâm âleminde düşünmeye, okumaya, yazmaya engel ve yasaklarla kendini gösterdi.! Çoğu ülkelerde de hükmünü sürdürmeye devam etmektedir.! Dünyâdaki varolan istisnasız bütün gerçek ekôllerin özü Hazret-i İbrahim’in “Hanif Din” metoduna dayanmaktadır.! Bu ‘özyolu’ öğretisi, “Kutsal Kitab”lardaki metinlerin içyüzüyle açılarak, ‘tam ismi ve açılımı’ ile ‘özdeyiş’ olarak 2002 yılında Ankara'da M.H.Uluğ Kızılkeçili tarafından “Kıyâmetnâme – Mesajlar” isimli eseriyle verilmiştir.! Toplum tarafından anlaşılması, özümsenmesi, idrâk edilebilmesi için uzun bir sürenin geçmesi bugün için maalesef kaçınılmaz görünmektedir.!
Hazret-i İbrahim’in içte saklı tek Tanrılı dini, gelişen idrâklarla Hazret-i Mûsâ’nın “Tûr-u Sinâ” dağı olan kâlbinden ve belkemiği olan “Asâ”sından kendisini gösterdiğinde buna tâbî olacak insânlığın uzun süreçte yavaş yavaş oluşacağı ilâhi programı uygulayanlar tarafından biliniyordu.! Hazret-i Mûsâ a.s.’ın “Elohim” dini aslında kadim Mısır geleneğindeki Hermetik öğretideki tek öz, tek Tanrı metodunun dışa açılması yâni, artık bütün yeryüzü için “Hattı müdafaâ değil, sathı müdafaâ” uygulamasıydı.! Tanrı bütün insânların Tanrısıydı.! Hazret-i İbrahim bu öğretiye Musa’dan önce işaret eden “Ata”sı olduğuna göre, demek ki Doğu ekôlü dışa açılımı çok daha önce başlatmıştı.! Doğu ekôlünü öğreten büyük üstadların (erenlerin/mahatmaların) kadim Mısır’daki Hermetik öğretiden haberi var mıydı ? Ayni soyut frekansta olanlarca, elbette vardı.! Soyut boyutta, yâni kaynağında Tanrısal “Hikmet” tek ve ayni değil midir ? Ayni soyut boyutta (frekansta) birlikle hareket eden ilâhi güçler yeryüzünde bölgesel misyon paylaşımı yapmış olmalıydılar.! Bunun aksi olabilir mi ? Nitekim temeli atan İbrahim a.s.’a Kutsal Kitab’larda peygamberlerin “Ata”sı yâni “Baba”sı diye hitap edilmesi sadece fizik değil aslında soyut plândan geldiği şeklinde de düşünülmelidir.! Nitekim Kur’an’da ki : “İbrahim'in milletinden, kendine kıyan beyinsizden başka kim yüz çevirir ? Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık, hiç şüphesiz o, ahirette de iyilerden biridir.!” (Bakara-2/130.) Âyetiyle ayni zamanda O’nun soyut ahret boyutundaki yerine de işaret etmektedir.!
Yukarıda yazılanların ışığında, burada çok önemli ve saklı bir hususa değinmeden geçemiyeceğiz..! Hz.Musa a.s. aslında Mısır’daki kadim erme okullarının kapanmaması için onlara “Elohim”ler tarafından gönderilen aşıydı..! Yozlaşmayı bitirip öğretiyi içyüzde tekrâr diriltmek için aslında onlara öğretilerinin devamı için kurtarıcı olacaktı..! O, fizik olarak da İbrahim’in soyundan değil miydi ? Hangi “sudan çekilmiş” olarak “Musa” ismini vermişlerdi ona ? “İbrahim’in suyundan !” Irmak/nehir simgesi mecazdır.! Musa ayni soyun mîrâsının temsilcisi değil miydi ? İbrahimi soyun varisi fizikten önce rûhanidir..! O özün temsilcisi olan varistir..! Olaylara baktığımızda “seçilmiş” “seçkin” önce “içyüzde” özle ilgili değil midir ? Fizik sonradan gelmiyor mu..? Her ne kadar Musa’nın kadim Mısır mabedlerinde inisiye olduğu söylense de, O da atası Hz.İbrahim a.s. gibi Hint kökenliydi.! O da zaten “öte taraf” kökenli (ibri) gönderilen kurtarıcı değil miydi..?! Kadim, antik zamanda dış dünyâdaki halklar (mabed dışı) tarafından, Tanrılar da denen, “Hakeren”ler yâni “Elohim”ler, yâni Kur’an’daki “Biz”ler ; en son Musa a.s. ile Kadim Mısır’a himmet mi ediyorlardı.?! “Hermetik” Atlantis öğretisinin ‘uygulamada’ki sonu Mısır mabedlerine yaklaşıyordu..! Çünkü “Mu” öğretisine sadık kalan Doğulular, Atlantisliler gibi öğretiyi çarpıtmadan, azmadan, uygulamadaki pozitif gerçekleri değiştirmeden ermelerine, içyüzde aydınlanmalarına devam ediyorlardı..! Her süreçte bölgesel (küçük afat / tufan / sel / deprem / kasırga /hastalık vs.) ayıklamalar normaldir, ancak Atlantis’in tamamen batırılması çok ayrı ve önemli bir gereçeğe işaret etmektedir..! "İçyüz"de aydınlanmaya devam eden toplumun helâk edildiği nerede görülmüştür, örneği var mı..? "İnka" ve "Maya"lara peygamber gitmiş miydi ? Elbette rûhsal önderleri vardı, ama içyüzde aydınlandıklarından bir peygamberleri yoktu, peygamberlerin geliş ve yaşadıkları yerlere bakılırsa en azından bu yönde bir iz şimdilik bulunmamıştır..! Atlantisin temiz çocuklarını İspanyollar katlettiler, altın için..!!
“Biz, yoldan çıkan kavmi helâk eder ; yerine yenisini getiririz.!” (Enam-6/89.) “Elini koynuna sok, kusursuz bembeyaz çıkacaktır. Korkudan (açılan) kollarını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı RABB’in tarafından iki kesin delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır.” (Kasas-28/32.*) “Ey Muhammed ! Azim sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret ! Onlar için (azab hususunda) acele etme. Sanki onlar kendilerine vaad edilen azabı gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu bir tebliğdir. Hiç yoldan çıkan fasıklar topluluğundan başkası helak edilir mi?” (Ahkaf-46/35.) Başkaları da var ama bu üç âyet yukarıdaki yorumumuza hakkını kâfi olarak teslim etmiyor mu..?
“Piramit”ler, “Hermes”in “üst üçüz”, “öz”, “Rûh” (RAHMÂN RAHÎM RÛH) öğretisinin simgesi olarak Atlantisliler tarafından inşâ edilmişti..! Kadim Mısır’ın Atlantis’in kolonisi olduğu hakkındaki görüşler doğru olmalıdır.! Çok ileride yeryüzünde “İbrahim milleti” tam oluştuğunda, bugünkü dünyâdan eser kalmayacaktır..! O zaman kim ve ne olduğumuzu, nereden beri yolda olduğumuzu, hangi yollardan geçtiğimizi daha iyi idrâk edeceğiz...! Hz.Muhammed s.a.v. inanmayanların, O’nu kabûl etmeyenlerin, O’na inanacaklarına adınız gibi emin olabilirsiniz..! Gerçeklerden, ölümlü hiçbir kimse kaçamaz..! İbrahim’in öğretisiyle yola çıktık, İbrahim’in gerçeğine yürümeye devam ediyoruz..! Sahi biz kimleriz..? Bundan önce kimlerdik..? Bu gerçekler ışığında târihe ibretle bakmak lâzım diye düşünüyorum..! Alınacak, uyanacak, uyandıracak çok dersler olmalı..! Yukarıdaki yorumumuz ileride gelecekler tarafından irdelendiğinde üzeri hem bilinerek hem de bilinmeyerek örtülmüş gerçekler gün ışığına çıkacaktır.! “Gerçek” asla kaybolamaz, kimse tarafından kaybedilemez.! İnsâna göre çok uzun, HAKK’a göre çok kısa bir süre için saklanabilir, tahrif edilir ama “O” hakîkati her zaman güneş gibi ortaya çıkarmasını, çıkartmasını bilir.! Geriye dönüp baktığımızda hep böyle değil mi ? Kova çağında kim bilir hangi bilgileri verecekler, neler olacak.?
Günümüz dünyâsında öğrenme ve uygulama bazı ekôller dışında genelde kişisel olmakta, bu da beraberinde yanlış bilgi ve tehlikeli deneyimleri getirmektedir.! Yanlış yorum ve uygulamalarla vakit kaybedilmeden gerçeğin özüne dönülerek içyüzde sağlam ve tehlikesiz olarak uygulanmalıdır.! Kişi kendinde saklı asıl kendi özü ile meditasyon / yoga / kendi içine çekilerek tanışabilir ve bunun aşamalarına özünün izin verdiği kadar deneyimlerle yoluna devam edebilir.! Bu metot da acele ile iş görülmez, ahlâk yapısının kuvvetli olması ve özünün her imtihanını kazanmakla, sabırla, bilinçli yaşayarak, deneyimler kazanılır.! Hayâtlarda kazanılan deneyimler bir sonrakine aktarılır ve tam yetkinlik liyatını kazanasıya kadar devam eder.! Nefsinin tuzaklarına düşmeyen kişinin yükselmesi kolaylaşır..!
Peygamberlerin gösterdikleri mucizeleri, 7 frekansta (titreşim) ayağa kaldırıp tam yetkinliğe kavuşturdukları “Asâ”ları yâni ‘Kundalini’lerinden çıkan hikmetler ; bilinçle yönlendirdikleri hedeflerde ortaya çıkartıp insânlık için sergiledikleri eserlerdi.! İşin içyüzünde, özünde saklanan en üst derecede ermelerini anlatan sırlarıydı.! Nitekim, Kur’an’da ; en son Resûl Hz.Muhammed Mustafâ s.a.v.’e “Biz sana iki yedi ve azim olan Kur’an’ı verdik” der.! Dinde uzman (!) olduğunu söyleyenler..! Bunun içyüzünü bilemeyip anlayamadıklarından, orjinal âyette asla yazmayan : “Tekrarlanan yedi âyetli Fatiha’yı verdik” diye tamamen yanlış olarak çevirirler.! Onlar nereden bilsinler ki ; “İki yedi”, kişinin içinde belkemiği denen mağarasındaki “Rûh ve Sekine” denen “Pozitif ve Negatif” ilâhi güc olan iki kutbdur..! “Çift kanal omurilik”te oturmaktadır..! “33 omurdan” oluşan çift kanal toplamında “66” eder ki bu sayısal ebced iliminde tam olarak “ALLAH” lâfzına denk gelir..! ALLAH’ın gücüne simgedir..! Tevrat’ta “Tanrı insânı kendine benzer surette yarattı” âyeti, fizik benzerliği değil insânda saklı ilâhi şemalara atıftır..! Bunu da anlayamadılar, hâlen tartışıyorlar..! 7 frekans, “33” şerefeli, “öz”le, “RÛH”la cem olunan insân denen mabeddir, bu mânâda camidir..! “33”lük, “66”lık tespih dizini bu gereçeğe simgedir.! “ALLAH’ın gücü denen “kudretli iki ELİ” budur..!” “Hz.Yakub’un göklere çıkan merdivenidir.!” Erenlerin girdiği / girebildiği bu soyut mabedde, gerçek tespih, içyüzde herbir titreşimi “sessiz” sesle hakkıyla zikretmektir..! “33” şerefeden ayni anda “salât’ı doğrultarak”, Yâni “OL” deyip olduran “ses”i çıkartmaya çalışmak ve sonunda en üst frekansa çıkarak çıkartmaktır, kısacası Kur’an’da “Biz” diye konuşan “Zât”lara katılmaktır..! Bunun ötesi “Kur’an-ı” veya diğer Kutsal Kitabları tam mânâsında içyüzde soyut âlemde hakkıyla okumaktır..! Hazret-i ÂLÎ’nin deyişiyle : “Ene Kur’an-ı natık.!” “Ben konuşan Kur’anım” deyip de ne yazık ki cahiller tarafından hem o zaman hem de bu zaman anlaşılamamaktır / insânların O’nun neye işâret ettiğini hâlen daha anlıyamayışıdır..!!! Hazret-i Âlî’yi kılıçla değil, işin içyüzünde cahillikle katlettiler..! Cahillik, ilâhi ihânete dönüştüğünde ne beklenir ki ? Hem Resûl’ün hem de O’nun içlerinde saklı özlerini anlamadılar..! O zât “Kâbe”nin içinde doğmamış mıydı.? Bunu kısaca “Diri” okuma ; başka mânâda “OL dedik”, “Oldu” olarak idrâk edebilirsiniz.! “Biz”lere katılmak, öğretinin en zor ulaşılan ve en zor uygulanan boyutudur.! “Kıyâmetnâme - Mesajlar” eserinde bunlar “özdeyiş” olarak anlatılmaktadır.! “7 frekansın” tamamını tam olarak elde edebilmek çok uzun dünyâsal evreleri kapsar.! Her evrede hiç hatasız mezun olmanın yanında her hâyâtın puanlarının bir öncekinden daha iyi olmasını gerektirir.! İnsânlığa severek, isteyerek, karşılıksız, aşkla, fedakârlıkla çok hizmet verilmesi gerekir.! Her biten misyondan sonra vakit geçirmeden hemen yeni bir misyon alarak tekrâr geriye gelmek gerektirmektedir.! Bu durum, Özü tam “Feth” ederek, “Fatih” olmanın ta kendisidir..! En büyük kurtuluştur, yaşayan ölüleri dirilten rahmettir.! “Ölmeden evvel ölünüz”deki kurtuluşa simgedir.!
Sözde değil hakîkatte içte bu “İki yedi”ye sahip olan Hazret-i Muhammed s.a.v. bu gerçeğe şöyle işaret etmiştir ; “Yunus'un mîrâcı benden aşağı değil !” “Çoğu insânın bilmediği”(Rûm-30/30.) Ezoterik “Hanif Din İslâm” ekôlünde “Mîrâç” olayı, ‘belkemiğinde saklı özü’, ki Doğu ekôlü buna ‘kundalini’ deyip ; tam olarak ayağa kaldıran kişinin aydınlandığını kabul ederken, İslâm da buna “Mîrâç” kişinin içinde saklı “özüyle birleşme” diyerek tüm ekôlleri özünde örtüştürmektedir.! ‘Barış’ ve ‘teslim olmak’ da denen İslâm, kişinin özü ile birleşmesiyle, ona teslim olmasından başka birşey değildir.! Kur’anda buna ; Hz.İbrahim’e hitapla : “RABB’i ona, “İslâm ol !” emrini verince, o “Ben âlemlerin RABB’ine teslim oldum.” dedi.!” (Bakara-2/131.) Âyetiyle işaret edilmektedir.! “Biz, size şah damarından yakınız” diyen öze teslim olmaktır.! (Kaf-50/16.)
İçyüzde, özünle yâni “Rûh”uyla birleşmedir.! Buna “Büyük kurtuluş”, “Büyük ödül / ecir”, “Erme” de denir.! Nefse karşı yapılan gerçek “cihat”tır, fâni değil, hakîki bâkiliği “Fetih”tir.! Özüm diyor ki : ‘Oğlum Hürmen, kızım sana söylüyorum gelinim sen anla..! Elindeki yâni içindeki altını bakıra değişme.! Elinde bakır varsa onu içte altın yap, en büyük ve gerçek rûhani simya budur..! Fizik simyayı zaten şimdi kimya yapıyor, boşa vakit geçirme..! Dışta değil, içinde “iki yedi”den zenginleş de onlar gibi “Belini” doğrult, ilâhi antenini soyut âleme çıkar, alıcını çalıştır da o ezelî “ANA”ndan ilâhi sütü em..!’
C.Hürmen S
http://huralperen.blogcu.com/hz-ibrahimin-mirasi/1384527